Necip Fazıl Kısakürek’in, Cumhuriyet Gazetesi’nde, 16 Kasım 1938 tarihinde Atatürk’ün ölümünün ardından kaleme aldığı yazı:
“Son on beş gündür her sabah yatağımızdan kalkıp Dolmabahçe Sarayı’nı yerinde bulduktan sonra,ona varlık ve mana bağlayan unsurun yok olduğuna inanabilmek, yaman bir idrak işkencesi;
Atatürk’ten bir parça halinde kalan bir çok şey arasında onun yokluğu, merkezi olmayan bir daire tasviri gibi,içinden çıkılmaz bir olamazlık hissi veriyor. Fındığın kabuğunu kırmadan içini yiyen korkunç bir sihirbaz edası ile ölüm, Atatürk’ü, hüviyeti etrafındaki büyük zarfa el değdirmeksizin aldı götürdü.
Ölüm, her insanda basit bir tezahür farkı ile, aynı marifeti tekrarlamasına rağmen; bu son örnekte bulduğu yaptırım gücünü, bütün tarih boyunca sık sık ele geçirebilmiş değildir. Yaratıcının bir defa bile şaşırmamaya memur sadık işçisi olan azrail, kudretini getirdi.
Mahalleden bir ölü çıktığı zaman o semt, ister istemez kendisine bir alaka payı düştüğünü kabul eder.
Ölümünün soyut etki ve uyarısı küçük bir mesafe yakınlığını, bir nevi akrabalık haline getirirdi. Fakat herkese ait hüviyet taşırsa taşısın bu bağ, kan ve his yakınlıkları karşısında, sadece yapma bir zihin telaşı uyandırmaktan ötürü bir acı duyurmaz.
Bütün dünyada Kralına, anası kadar üzülecek kimse yoktur. Bu zalim ruh kanununa rağmen bu defaki ölüm, vatanın her evinden çıkmış kadar göze büyük göründü. Evinizdeki bir kahve fincanının çatlaması, bize yedikule surlarının çöküşünden daha tesirli geldiği halde; bu defaki ölümü hepimiz, mülkiyet kaybı ifadesiyle duyduk. Atatürk gibi, her evin ölüsü olabilmiş kahramanlar, tek eldeki parmak sayısından daha azdır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı dünyaya sahip olduğu devirlerde bile, böyle bir ağırlığa hedef olabilmiş hükümdar yoktur. Avrupa’nın, bize en yabancı milletlerine kadar heyetlerle, askeri kıt’alarla ve en büyük mümessillerle Ankara’ ya koşmuş olması gösteriyor ki, Garp (Batı), Atatürk’ün şahsında Türk ehliyet ve kıymetine artık inanmıştır. Bu inandırışın büyük aksiyonunu yapan Milli Kahraman’ın ölüsü karşısında da, hiç bir protokol kaidesinin olmadığı ve hiç bir garplının bir yabancıya göstermediği bir hürmetle şapkasını çıkartmaktadır.
Tarihte büyük kötümserlerle büyük iyimserlerden ibaret iki sıra kahraman vardır. Her şeyi karanlık görenler, aydınlığı aramaya doğru gizli bir cehde; aydınlık görenler de öldürücü şartlar karşısında kırılmaz bir mukavemete gebedir.
Atatürk’ün ruhi kesitlerinden bence en önemlisi, O’nun yılmaz ve hezimet kabul etmez kişiliğidir.
Ölüm hükmü giydirilmiş bir milleti şahlandırdı. Mucize çapında bir barışla muzaffer kıldırdı. Kahraman dediğimiz meçhul yaratılış ve bünyenin bütün farikası, bu ferdi ve insiyaki cevherde değil midir? Kimse, Samsun’a çıkışından, İzmir’e girişine kadar, O’nun taşıdığı iç kıymet ve imanını taşıyamazdı. Çünkü bu kıymet ve iman: teknik, bilgi ve akıl işi değildir.
Hududunu çizemediği, medenileşme davasını, bütün Şark’ı, topyekün vermek ve yerine bütün Garp’ı topyekün almak şeklinde kökünden halletti.
Necip Fazıl Kısakürek
Cumhuriyet Gazetesi
16 Kasım 1938
“Son on beş gündür her sabah yatağımızdan kalkıp Dolmabahçe Sarayı’nı yerinde bulduktan sonra,ona varlık ve mana bağlayan unsurun yok olduğuna inanabilmek, yaman bir idrak işkencesi;
Atatürk’ten bir parça halinde kalan bir çok şey arasında onun yokluğu, merkezi olmayan bir daire tasviri gibi,içinden çıkılmaz bir olamazlık hissi veriyor. Fındığın kabuğunu kırmadan içini yiyen korkunç bir sihirbaz edası ile ölüm, Atatürk’ü, hüviyeti etrafındaki büyük zarfa el değdirmeksizin aldı götürdü.
Ölüm, her insanda basit bir tezahür farkı ile, aynı marifeti tekrarlamasına rağmen; bu son örnekte bulduğu yaptırım gücünü, bütün tarih boyunca sık sık ele geçirebilmiş değildir. Yaratıcının bir defa bile şaşırmamaya memur sadık işçisi olan azrail, kudretini getirdi.
Mahalleden bir ölü çıktığı zaman o semt, ister istemez kendisine bir alaka payı düştüğünü kabul eder.
Ölümünün soyut etki ve uyarısı küçük bir mesafe yakınlığını, bir nevi akrabalık haline getirirdi. Fakat herkese ait hüviyet taşırsa taşısın bu bağ, kan ve his yakınlıkları karşısında, sadece yapma bir zihin telaşı uyandırmaktan ötürü bir acı duyurmaz.

Bütün dünyada Kralına, anası kadar üzülecek kimse yoktur. Bu zalim ruh kanununa rağmen bu defaki ölüm, vatanın her evinden çıkmış kadar göze büyük göründü. Evinizdeki bir kahve fincanının çatlaması, bize yedikule surlarının çöküşünden daha tesirli geldiği halde; bu defaki ölümü hepimiz, mülkiyet kaybı ifadesiyle duyduk. Atatürk gibi, her evin ölüsü olabilmiş kahramanlar, tek eldeki parmak sayısından daha azdır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı dünyaya sahip olduğu devirlerde bile, böyle bir ağırlığa hedef olabilmiş hükümdar yoktur. Avrupa’nın, bize en yabancı milletlerine kadar heyetlerle, askeri kıt’alarla ve en büyük mümessillerle Ankara’ ya koşmuş olması gösteriyor ki, Garp (Batı), Atatürk’ün şahsında Türk ehliyet ve kıymetine artık inanmıştır. Bu inandırışın büyük aksiyonunu yapan Milli Kahraman’ın ölüsü karşısında da, hiç bir protokol kaidesinin olmadığı ve hiç bir garplının bir yabancıya göstermediği bir hürmetle şapkasını çıkartmaktadır.

Tarihte büyük kötümserlerle büyük iyimserlerden ibaret iki sıra kahraman vardır. Her şeyi karanlık görenler, aydınlığı aramaya doğru gizli bir cehde; aydınlık görenler de öldürücü şartlar karşısında kırılmaz bir mukavemete gebedir.

Atatürk’ün ruhi kesitlerinden bence en önemlisi, O’nun yılmaz ve hezimet kabul etmez kişiliğidir.

Ölüm hükmü giydirilmiş bir milleti şahlandırdı. Mucize çapında bir barışla muzaffer kıldırdı. Kahraman dediğimiz meçhul yaratılış ve bünyenin bütün farikası, bu ferdi ve insiyaki cevherde değil midir? Kimse, Samsun’a çıkışından, İzmir’e girişine kadar, O’nun taşıdığı iç kıymet ve imanını taşıyamazdı. Çünkü bu kıymet ve iman: teknik, bilgi ve akıl işi değildir.
Hududunu çizemediği, medenileşme davasını, bütün Şark’ı, topyekün vermek ve yerine bütün Garp’ı topyekün almak şeklinde kökünden halletti.
Necip Fazıl Kısakürek
Cumhuriyet Gazetesi
16 Kasım 1938