biraz uzun ama mutlaka okunmalı.... ÖNDER AYTAÇ...
ÖĞRETMENLERİN DRAMI: MİLLİ EĞİTİM BAKANIM BU YAZIYI OKUMAMALI
Eminim ki; Milli Eğitim Bakanı kendi oğlu üniversite sınavlarına hazırlanırken, bir yıl içinde sürekli rapor alırken de, aynaya baktığında da herhalde vicdanı –paslı değilse- herhalde kendisini çok rahatsız ediyordur değil mi?.. Kul hakkının ne olduğunu öncelikle Sn. Bakan biliyordur, değil mi? Ve bunun gereğini de eminim Sn. Bakan yapacaktır, değil mi?..
‘…Hocam inanın duygularım o kadar yoğun ve Milli Eğitim Bakanlığında yapılan yanlışlar da o kadar çok ki; onun için kısa yazamadım, yayınlayıp yayınlamak takdirinize kalmış. Bir kaç gündür bu yazı üzerinde uğraşıyorum. İnanın yemek yerken, uyurken, namaz kılarken dahi hep yaşananlar aklımda. Bunları nasıl daha iyi ifade ederim diye düşündüm. 8-10 kadar meslektaşım da yazdıklarımı okudular ve eklemeler / çıkarmalar yaptılar.
Siz, yazıyı istediğiniz gibi kısaltabilirsiniz. Eğer yayınlamak isterseniz de bölüm bölüm de yayınlayabilirsiniz. Bütünüyle takdir sizin. Yaşananlar tamamen gerçek halimiz, pür melalimiz. Ve bu ülke bizim. Olanlara küsüp bu diyarı da asla terk etmeyeceğiz. Bu deve ya güdülecek ya güdülecek…’ diyor bana gelen mektup…
Evet, evet bildiniz. Yine bir takım öğretmenlerden ve yine Milli Eğitim Bakanlığında yaşanan garabetlerden bazı somut örnekler… Şöyle ki;
‘…Anlatılması gereken o kadar çok şey var ki hangisinden başlayalım. “Bizim milletimiz söylemez, söylenir” der, II. Abdülhamit. Bu toplumun bir ferdi olan biz öğretmenler de özellikle son yıllarda fazlasıyla söyleniyoruz, çünkü fazlasıyla doluyuz.
MEB politikaları rahatsızlığımızın ana sebebi. Camiamızın problemleri dün de vardı, bugün de artarak devam ediyor.
Koalisyon dönemlerinde sağ partiler genellikle eğitim ve kültür bakanlıklarına önem vermek yerine; enerji, bayındırlık ve iskân bakanlıklarına önem verir ve bunları alırlardı. Eğitim ve kültürün bakanlıklarının toplumun üzerindeki uzun vadedeki etkileri yerine, kısa vadeli ve bol ihaleli bakanlıkları tercih ederlerdi. Aslında bu durum bir bakış açısının yansımasından ibaretti.
Rakamlar asrımızın putlarından biridir. Özellikle sayın başbakanımızın çok sevdiği ve çok da etkili olan bir unsur; öyle ya, rakamlar yalan söylemez! Mühendis -müteahhit kafa ki; bu sadece sayın başbakan da değil bizim askeri ve mühendislik alanla başlayan batılılaşmamızın da bir özetidir. Olaya mühendis - asker gibi teknik bir mesele olarak bakmak. Şu kadar duble yol yapıldı, şu kadar hastane açıldı… Konu eğitim, yani insan yetiştirmek, geleceği inşa etmek…
İşte eğitimimizin AK parti dönemindeki temel yansımaları:
1. 2002 de MEB bütçesi 7.5 milyar iken 2012 39.2 milyar lira oldu,
2. 170 bin derslik yapıldı 300 bin öğretmen atandı,
3. 750 bin bilgisayar tahsil edildi,
4. Okulların %97’si internete erişti,
5. Ücretsiz kitap dağıtıldı,
6. Bu yıl okullarda süt dağıtıldı.(Süt projesinin devlete maliyeti 600 milyon lira.2003 yılından 2010 yılına kadar ücretsiz kitaba ödenen miktar 1 milyar 583 milyon 85 bin TL idi ve 2010 yılında 28 milyar 238 milyon olan eğitim bütçesinin % 5 ine denk geliyordu. Fatih projesinin devlete maliyeti yaklaşık 8 milyar lira.)
Başbakanımızın da sık sık söylediği gibi bütçeden de en fazla pay eğitime ayrılmıştır. (nereden NEREYE)
'En iyi yalanlar rakamlarla söylenir' ise; eğitime ayrılan ödenek yaklaşık 5 kat artmıştır. Başbakanımızın da sık sık söylediği gibi bütçeden de en fazla pay eğitime ayrılmıştır. Buraya kadar her şey güzel, peki bir başka açıdan bakalım, bu durumun eğitimin olmazsa olmazı öğretmenlere yansımasına, yani nereden nereye…
2002 den 2012 ye öğretmen maaşları ve diğer maaşların değişimi (Rakamlarla konuşanlara hatırlatmak gayesiyle mütaalama 2002 ve 2012 yılında bazı memur maaş rakamlarını vererek başlıyorum.)
Not: Bu rakamları verirkenki amacım diğer meslek mensuplarının aldıklarını kıskanmak veya çok görmek değil, sadece sağlıklı bir kıyaslama yapabilmektir.
2002 - 2012
1) En düşük memur maaşı 293 milyon TL - 1.775 TL
2) Hemşire lise mezunu 340 milyon TL - 1.993 TL
3) Öğretmen 562 milyon TL - 1.865 TL
4) Polis 591 milyon TL - 2.434 TL
5) Uzman doktor 810 milyon TL - 3.493 TL
6) Avukat 780 milyon TL - 3.457 TL
NOT: Yukarıdaki ifadede tüm memur maaşları en düşük derecede, evli, eşi çalışmayan ve iki çocuk esası dikkate alınarak yazılmıştır. Maliye bakanlığı maaşları maalesef eş ve çocuk yardımını dâhil ederek yayınlıyor. Bunu sokaktaki insana, hatta kendi ana babama bile izah etmek zorunda kalıyorum. Farkı anlatmak son maaşım bir çocuk dahil 8 yıllık öğretmen 1799 TL. (Yani yeni başlayan 8 yıllık yeni başlayan kadar alamıyor)
Her maaş zammı döneminde % 1’lik maaş zammının bütçeye yükü şu kadar denilerek psikolojik operasyon yapılıyor. Bütçe imkânları neden sadece memur maaşı döneminde hatırlanıyor. Vekil maaşı döneminde, silah alımında, sanayici ve reel sektöre teşvikler verilirken, medya gruplarının ve futbol kulüplerinin vergi cezaları affedilirken hatırlanmaz?
Sadece yukarıdaki ifadelerle binlerce sayfa yazı yazılabilir. Ancak rakamların dili daha etkili, kanaatimce. Mamafih biz de anlamayanlara bazı açıklayıcı ifadelerde bulunalım:
1. 2002’de öğretmen maaşı en düşük devlet memur maaşından yaklaşık % 100 fazla iken bugün ancak % 7-8 fazladır.
2. 2002’de öğretmen maaşı lise mezunu hemşirenin maaşından %75 fazla iken bugün % 7 daha az. Evet, % 7 daha az.
3. 2002’de öğretmen maaşı uzman doktor maaşından % 43 az iken bugün %95’den daha az. Tabi doktorların ek ödemeleri ve öğretmen ek dersleri katıldığında bu fark % 200’ü geçmektedir.
4. 2002’de öğretmenler, avukatlardan %34 az alırken bugün % 92 daha az maaş almaktadır.
5. 2002’de öğretmenler, polislerden % 4 daha az maaş alıyorken bugün % 22 daha az maaş almakta.
Rakamlardan çok sıkılanlara isterseniz şöyle açıklayayım. Üniversite mezunu öğretmen bugün ancak ilkokul mezunu en düşük derecede bir memur kadar maaş alabilmekte. Lise mezunu hemşireden 128 TL az maaş almaktadır. Ek ders diyenlere döner sermaye ödeneğiyle mukabele ediyorum.
AK Parti iktidara geldiğinde altının gramı 17 liradan 96 liraya, yaklaşık 6 kat artarken; maaşlar 540 liradan 1865 liraya yükselmiş (3,5 kat) ki buna eş ve iki çocuk yardımı dâhil. Yani bize nereden nereye demek düşer herhalde. Milli eğitim bütçesi 5 kat bütçeden en fazla pay eğitime ayrılmış ama öğretmenler hizmetlilerden daha az alıyor.
Bir de meclis çalışanlarına göz atalım. Meclis’in yeni teşkilat yasasıyla danışman maaşları 4 bin 60, sekreter maaşı 3 bin 566, şoför maaşı da 3 bin 87 TL . Mecliste hizmetli olmak bile başka Parti gruplarında çalışan ilkokul mezunu hizmetlinin maaşı net 3.890 TL oldu. Meclis’te diğer birimlerde aynı işi yapan hizmetliler ise 2.637 TL alıyor. (inanmıyorsanız kaynak vereyim http://www.aktifhaber.com/meclis-person ... 36461h.htm )
Bu satırları okuduktan sonra hiçbir ak partili “adalet” kelimesini ağzına almasın, partinin adı adalet olunca adil olunmuyor, adalet sarayı yapmakla adalet gelmiyor. Vekillere % 45 verip memura emekliye %3 teklif etmek hangi vicdanın insafın eseridir, Allah aşkına…
Tek derdimiz dünyalık değil elbette. Aldanmıyoruz, bilinsin istedik. Her ne kadar da son yıllarda öğretmenin itibarsız kılınması çalışmaları zirve yapsa da bu itibarsızlaştırma faaliyetlerinin sanayi devrimi sonrasında mütemadiyen devam ettiği bilinmektedir. Tabi şunu da vurgulamak isterim ki kapitalizmin kadim anlayışı itibarı maddi kazançla nitelendirmektedir.
Her şeye rağmen yine şunu rahatlıkla söylüyorum ki zam istemiyorum adalet istiyorum: Ülkenin durumu kötüyse zam istemiyorum. REFERANDUMLA elde edilen toplu sözleşme yasası çıkmadı ve biz 6 ay gecikmeli zam aldık. Kıyamet kopmadı, ölmedik de. Sadece kırıldık. Şike yasası yeni bir yasa olmasına rağmen AZİZ Yıldırım’ı kurtarmak için değişik yapıldı. Cumhurbaşkanı reddetti gece gündüz çalışıldı iktidarı muhalefeti el birliğiyle geceli gündüzlü insanüstü bir gayret gösterildi.
Bizim kazanılmış hakkımız ise 20 ay bekletildi. 2,5 MİLYON MEMUR BİR AZİZ YILDIRM KADAR DEĞERLİ OLMADIĞINI ÜZÜLEREK GÖRDÜK. ADALET İSTİYORUM VEKİLE % 45 olunca isyan ediyorum ve nerde adalet diyorum. Ben emekliliği hiç düşünemiyorum. Bu şartlarda altında emekli olmamız zor. 60 yaşına kadar bir öğretmen nasıl çalışır? PEKİ, VEKİLLER BİR DÖNEMDE NASIL EMEKLİ OLUYORLAR?
İşin aslı ne paramız var ne de itibarımız. İtibar kaybı nasıl başladı? Hüseyin Çelik bakanlığı zamanında "öğretmenler haftada iki gün çalışıyor" demişti. Yine aynı dönemde - öğretmenler okumuyor, kariyer yapmıyor deyip, kariyer yapmış öğretmenlerin (yüksek lisans, doktora) % 25 ve % 40'lik ek ders farkının Unakıtan hazretleri tarafından kırpılmasına göz yumdu. “Ek dersler arttırılacak” dedi beklenti yarattı. Artış dağ fare doğuracak seviyede olunca “öğretmenlik mesleği parayla bu kadar yan yana getirilmemeli” gibi doğru bir cümleyi yanlış yerde kullandı. Öğretmenler Hüseyin Çelik’e tepkiliydiler ama o zamanlar Ömer DİNÇER gibi bir bakanlarının olacaklarından habersizdiler nereden bilsinler, bilselerdi tepki gösterdikleri bakanı baş tacı ederlerdi. Eş durumu tayinlerinde Hüseyin Çelik’ e tweet yağdıran öğretmenler bakanım ocağına düştük diyorlar. Memurlar.net forumda bir öğretmen: Allah’ım düştüğümüz hale kimden medet umar hale geldik diyor.
Daha sonra hukukçu, Emine Erdoğan’ın arkadaşı Nimet Çubukçu bakan oldu. Hangi özelliği sebebiyle bakan oldu bir türlü anlayamadık? Vitrin süsü olmanın ötesine geç(e)medi. Yurt içinde binlerce öğretmen atama beklerken İngilizce öğretmek için yurt dışından öğretmen getirme projesi (ithal öğretmen) vardı, nasip olmadı.
Ya Ömer DİNÇER?
1- “Veliyi üzeni üzerim” sözüyle başladı. Öğretmene şiddet tavan yaptı. Bir tane şiddet mağduru öğretmeni ziyaret etmedi. Sağlık bakanı yağmasa da gürledi “ Hemşireye uzanan eli kırarım dedi” Bizim bakanımız “gık” bile demedi. Bir ziyaret bu kadar zor mu? OLMASANDA GÖRÜN, ÜZÜLMÜŞ GİBİ YAP.
2- “Öğretmenler “3 ay tatil yapıyor” la devam etti. Öğretmenlerin tatili 2 ay bilmiyorsa skandal bu nasıl bakan tatil süresini dahi bilmiyor? BİLİYORSA SKANDAL BİZİ NİYE TOPLUMUN ÖNÜNE ATIYOR, MESAJ ÖĞRETMENLER YATIYOR. TATİL SÜRESİNİ ÖĞRETMENLER Mİ BELİRLİYOR? TEMMUZ’DA AĞUSTOS’TA YAZ SICAĞINDA EĞİTİM MÜMKÜN Mü?
3-“OECD ülkeleri arasında en çok işe geç kalma ve devamsızlık yapma ortalaması Türkiye'deki öğretmenlerde” şeklinde inciler dökmüş yine. OECD verileri demişken bir bakalım;
Yıllık çalışma saatleri:
İskoçya: 1365
İspanya: 1425
Portekiz: 1464
Çek cumhuriyeti: 1664
Hollanda: 1659
Danimarka: 1680
Almanya: 1775
Şili: 1760
İsveç: 1767
OECD ortalaması: 1663
Türkiye: 1808 (not: Türkiye'deki öğretmenler OECD'nin en çok çalışan, buna karşın en az ücret alan öğretmenleridir.)
İşe geç kalma ve devamda KULLANILAN OECD VERİLERİ ÇALIŞMA VE ÜCRETE GELİNCE KULLANILMIYOR
4- "Bu kadar öğretmene ihtiyacımız yok, yeteneklerine uygun başka mesleklere yönelsinler” 10 yıldır iktidar AK PARTİ. Fakülteler 4 yılda bir mezun veriyor bu planlamayı yapmak bu kadar zor olmasa gerek.
5- ''Ben bu yıl önceki bakanımızın '55 bin öğretmen alacağız' sözünü yerine getiremediğimiz için tüm öğretmen adaylarından özür diliyorum'' Ömer Dinçer Nimet Çubukçu’nun sözlerine sahip çıkmadı. 28 bin kişi atandı.
6- Bakan Dinçer, özür grubu atamaları ile ilgili başka bir soru üzerine, “Her yıl çocuğunuzun öğretmeni değişse idi hoşunuza gider miydi? Dönemin tam ortasında çocuğunuzun öğretmeni bırakıp gitse idi hoşunuza gider miydi?” diye sordu.
Eşinden çocuğundan ayrı bir öğretmen ne kadar verimli olabilir? Bakanımız eşinden çocuklarından ayrılmak ister mi? O durumdaki çalışmalarında ne ölçüde verimli olabilir? Neden hep fedakarlık öğretmenden isteniyor?
Dinçer, şöyle devam etti: “Öğretmenlerimiz niçin Şubat’ta özür grubuna dayalı olarak tayin talep ediyorlar. Gelin hep birlikte kısmen de fedakârlık yaparak, bu ülkenin bütün çocuklarına kendi çocuğumuz için istediğimiz hakları ve fırsatları verelim.” Ama sonra ne oldu? Sayın Bakan "yılda elli bin öğretmen yer değiştiriyor. Bu da eğitimi olumsuz etkiliyor" diyor. MEB’ın resmi verilerinde, en çok olduğu yıl yirmi bin. Geçen sene ise on beş bin. Allah aşkına 700 bin öğretmen içinde yüzde 2-2,5 çok mu? Bakan niye gerçekleri çarpıtıyor? Bu sene eş durumu tayinlerinde birçok il tayine açılmadı
MEB Sadece ağustos ayında özür grubu ataması olacak diyerek şubat atamasını iptal etti ancak bu iptali yapan MEB, Kasım ayında, eşi hakim olan öğretmenin naklen atamasını yaptı. Bunun anlamı Eşi hakim, savcı, emniyet mensubu ve mülki idare amiri olan öğretmenlerin eş durumu nakli eğitim öğretimi etkilemeyecek ama eşi normal memur olanların eş durumu özründen nakli, eğitim öğretimi etkileyecekti (http://www.memurlar.net/haber/211799/
Ağustos’u bekleyin diyen Ömer Dinçer 2012 eş durumu tayinlerinde Sınıf Öğretmenlerine tarihte ilk defa 71 ili kapalı gösterdi. Öğretmenler tayin için bilgisayar başına geçtiklerinde şok oldular. İLİNİZDE NORM AÇIĞI BULUNMADIĞINDAN TERCİH YAPAMAZSINIZ. Adı üzerinde özür grubu tayini olan tayinler “özür dileriz” tayin yapamıyoruz sürecine dönüştü. Halbuki işin aslı şuydu. 4x3 yasası ile birçok sınıf öğretmeni(%20, 30.000 kişi) norm fazlası oldu. Bakanlık hesapsız kitapsız çıkardığı yasanın faturasını öğretmenlere kesti. Hem çıkardığı yasa ile öğretmenleri norm fazlasına düşürerek mağdur etti. Hem de norm fazlası var diyerek eş durumundan tayin isteme hakkı vermeyerek ikinci mağduriyeti yaşattı. Kaymaklı ekmek kadayıfı.
Örneğin Ağrı Doğubayazıt’tan Balıkesir’in bir ilçesine sosyal bilgiler öğretmeni olarak atanan bayan öğretmenin eşi sınıfçı olduğu için aynı yere tayin isteyemedi. Aslında o ilçede 3 tane sınıf öğretmeni açığı bulunmaktaydı. Ama norm fazlasına çıkan sınıf öğretmenlerinden dolayı o öğretmen tayin isteyemedi. Ağrı’da 3-4 yıl çalışmış ve doğu görevini yapmış bu öğretmenlerin günahı ne? Acaba terörist mi ki bunlar bu muameleye tabi tutuluyorlar?(Devletin teröriste yaklaşımı daha iyi. Oslo süreci, İmralı süreci vs…)
SKANDALLAR BİTMEK BİLMİYOR (Görevlendirme yasaktı)
On binlerce öğretmeni ve ailesini ilgilendiren eş durumu ve özür grubu tayinlerini, yaşanan tüm dramlara karşın katı kurallarla sınırlayan Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), “48 şanslı öğretmeni” Ankara merkez ve taşra teşkilatında “görevlendirdi”. Görevlendirilenler arasında AKP’li bakanlar ve milletvekili yakınları da bulunuyor. Ömer Dinçer, bakanlık koltuğuna oturduktan sonra görevlendirmelere sıcak bakmadığını belirtmiş ve temmuz ayı başında bakanlıktaki tüm görevlendirmeleri iptal ederek başka okullarda ya da geçici görevle çalışan öğretmenleri okullarına döndürmüştü.
Eğitim Sen 48 kişilik o özel listeyi yayımladı
http://www.memurlar.net/haber/277635/
HERHALDE REFERANSLARI GÜÇLÜ “BU ÜLKEDE HERKES EŞİTTİR BAZILARI DAHA EŞİTTİR”
7- BAĞIŞLAR: Bağış almak yasak fakat okula ödenek gönderilmez. Hizmetli verilmez. Okulun ihtiyaçları nasıl giderilecek? Okul temizliğini kim yapacak? Canlı bir örnek verelim. Görev yaptığım okulda 3000 yakın öğrenci var. Devletin maaşını karşıladığı hizmetli ise sadece iki. Peki nasıl olacak bu iş. Müdür bey ne yapacak? Bağış alacak (işin aslı zorunlu bağış kayıttan, diploma verirken, nakillerden) kermes yapacak, gezi düzenleyecek, sinema gösterisi, tiyatro vs… yani cambazlık yapacak… İDARECİLER HALİYLE BAĞIŞ ALDI SONUÇ: SORUŞTURMA NEDEN: BAĞIŞ. Tribüne oynamak sonuna kadar var ödenek maalesef yok. Soruşturmadan bir şey çıkar mı? Orası ayrı herkes mesajı aldı.
Yaşanmış bir olay daha anlatayım. Okulumuza hırsız, girdi ve okuldan bazı şeyleri çaldı. Milli eğitim okul müdürüne soruşturma açtı. Sebep müdür bey 3 yıldır okulda görevli. İlk yıl okula resmi yazıyla bekçi talebinde bulunmuş ama olumsuz yanıt verilmiş, gerekçe ödenek yetersizliği. Müdür bey yine aynı cevap verileceği için tekrar yazı yazmamış. Ödenek verme hırsızlık olunca sorumlu tut. Müdür gece bekçilik mi yapacak? Bekçinin maaşını cebinden mi karşılayacak?
8- MÜFETTİŞLER: Okullarda teftişlerin hiçbir faydası yoktur. Müfettişler okula hiçbir zaman bir yanlışı düzeltmek için gelmez. Teftişler sadece yanlış bulmak amaçlı yapılır. Öğretmenler üzerinden ego tatmini. Belli dosyaları koyun önüne onlar tamam olsun. En iyi öğretmen sensin. Dosyalar eksik olunca ağzınla kuş tut, keramet göster nafile. Ve aslında MEB faaliyetlerinin özetidir bu durum. OLMA GÖRÜN, –MIŞ GİBİ YAP, İDARE ET ASLA SORUN VAR DEME. “Şu ana kadar müfettişten şunu öğrendim, bilmediğim şu konuyu bana anlattı” diyen tek meslektaşıma şahit olmadım.
Bir Din kültürü öğretmeni arkadaşın dersine giren müfettiş niçin dersi projeksiyonla işlemiyorsun diye sorar. Öğretmen okulda projeksiyon olmadığını söyleyince müfettiş bul diye cevap verir. Aynı öğretmen başka bir okulda idareci olur ve okuluna velilerin katkısı ile 7 projeksiyon aldırır. Okuluna gelen müfettişler Sosyal Bilgiler dersinde bir sınıfa teftişe girerler. 15 dk sonra müfettiş öğrencileri Sosyal Bilgiler dersi projeksiyonla işlenmez diyerek başka sınıfa gönderir. Amaç katkı sağlamak mı eksik bulmak mı? Bu örnek sanırım bir şeyler anlatıyor.
Aynı idareci arkadaşa müfettiş ilköğretim kurumları sonunda bulunan okullarda tutulacak defterler listesini çıkararak tek tek sorarlar. Ev ödevi gibi 25- 26 maddelik listeyi soran müfettişler 1-2 eksik bulunca köpürür. Mesele eğitim mi? Tamam olan evraklar mı? O sene o okulda SBS sınavında Türkiye 1. olan bir öğrenci çıkar. Ama evraklardan bir ikisi eksiktir.
9- SENDİKALAR: MEB’de en büyük kör noktalardan biridir. Normalde sendikaların asıl amacı öğretmenlerin hakkını savunmaktır. Eğitim sendikaları hiçbir konuda hiçbir konuda anlaşamaz, uzlaşamaz. Tek uzlaştıkları konu diğer sendikanın hatalı olduğudur. Öğretmen şiddet mağduru olur, her sendika ayrı bir basın açıklamasıyla durumu kınar. Bu konuda dahi birleşemez. Maaş zammı için eylem yapılır, her bir sendika ayrı bir meydan seçer. Eylemini orda yapar. Bir türlü birlik olunamaz. Peki sendika ne iş yapar? Sendika MEB’de yükselmek için basamaktır. İktidarda sol görüş varsa müdürler, şube müdürleri, milli eğitim müdürleri genellikle sol kesimden, milliyetçiler iktidarda ise milliyetçilerden, dindarlar iktidarda ise dindarlardan. İsimler değişir ama mantık değişmez. Sendika başkanları için de basamaktır milletvekili olmak için. Sistemin muhalifi olan, eleştiren sendika yöneticisi sistemin parçası olarak görevine devam eder, hak mücadelesini sonradan gelenlere devreder! Bir diğer mesele de ekonomidir. Sendikalar üye başına devletten 10 TL alırlar. 10 lira deyip geçmeyin. 100 bin üyesi olan sendika için aylık 1 trilyon demek. 200 Bin üyesi olan sendikalar var. Sıradan bir sendika üyesi nerden bilecek kendisi için alına bu paralar nerelere harcandı.
Hak arayan sendikalarımızın ne hale düştüğünü iki olayla izah edeyim. Bu yıl hükümet bir kısım memurlara özellikle kendi atadığı bürokratlara zam yaparken biz öğretmenler yine mağdur olduk, kapsam dışında tutulduk. Ben de arkadaşlarımla beraber mensubu bulunduğum eski sendikam EĞİTİM BİR SEN’İN Eminönü Büyük Postane’deki eylemine katıldım. Konu maaş zammı olunca maliye bakanı aleyhine sloganlar atıldı. Bizler öğretmen olunca ve bakanın bizi üzen tavırları devam ettiğinden dolayı “Ömer Dinçer istifa” şeklinde slogan atmaya başladık. Kalabalık bu sloganı çok tutmuştu. Herkes hep beraber büyük bir coşkuyla katıldı. Ne zamana kadar sendika yetkilisi: “Arkadaşlar sadece belirlenen sloganlar söylenecek” denene kadar. İlk önce şaşırdık ama ısrarla devam ettik. İstifa kararını verdim. Sendika hak aramayacaksa, yanlışa tepkiye bile sansür koymaya çalışacaksa ne işe yarar ki?
Bir ibretlik hadise de maaş zammı açıklandıktan sonra gerçekleşti. Yetkili sendika memur-sen zam görüşmelerinde istediğini alamadı, toplu sözleşme sadece lafta kalmış, hükümet referandumda verdiği sözü tutmamış, uzlaştırma kurulundaki hakem heyetinde çoğunluk hükümet yanlısı olunca pazarlığın bir anlamı olmamıştı. Memur-sen üyesi de memurların aleyhine oy kullanarak hayal kırıklığına bir yenisi daha eklemişti. Ertesi gün okula gelen miliyetçi sendika yetkili sendikayı yerden yere vurdu. Peki tepki ne olacak neler yapmalıyız? Deyince hemen bir adet istifa formu bir adet de kayıt formu uzattı? Onun için önemli olan memurların yaşadığı mağduriyet değildi. Derdi üye sayısını arttırmaktı. Hem de üyeyi en büyük rakibinden almış olacaktı. Memur maaşının düşük çıkmasına sevinmişti. Çünkü kendisine alan açmıştı. Öğretmenin derdi mi? O DERTLERİYLE BAŞBAŞA. İŞTE SENDİKA. SENDİKA yükselme de basamak, üye ise para demek.
10- 4+4+4 DERT+DERT+DERT OLMASIN SINIF ÖĞRETMENLERİ VE 66 AY MESELESİ
Bu düzemle esas itibari ile İHL önünü açmak amacıyla yapılmıştır. Belki de AK PARTİ hükümetlerinin eğitim adına en olumlu yaptığı çalışmadır. Tüm tartışma üstü kapalı olarak buradan yürütülmektedir. Fakat iki nokta var sıkıntı yaratacak olan: okula başlama yaşı ve ikinci 4 yıllık kademeye geçiş ve ortaya çıkan sınıf öğretmeni fazlalığı. Küçük bir düzenlemeyle şuan yaşanan kafa karışıklığının önüne geçilebilir.4+4+4’lü sistem 5+3+4 şeklinde düzenlenseydi sınıf öğretmeni fazlalığı oluşmazdı.
Okula başlama yaşı aynı kalsaydı ne rapor almaya gerek kalırdı ne 1.sınıflara yığılma olurdu. Maalesef MEB işin tam olarak farkında değil. Yeni sistemde, okula başlama yaşının 7’den 5,5’e çekilmesi, 1. Sınıfta eğitim görecek öğrenci sayısını, Türkiye genelinde yüzde 40 arttırdı. Bu da özellikle İstanbul’un bazı okullarında sınıf mevcutlarının 100’ü bulması anlamına geliyor. Medyaya fazlasıyla malzeme çıkacak göreceksiniz. Bir arkadaşım Sultanbeyli ilçesindeki bir okulda bu durumu şöyle örnekliyor: “800 öğrenciyi sistem otomatik olarak kaydetti fakat sadece 7 sınıf var” En fazla kaç kişi rapor alacak? Bir de insanlar çocuklarına “yetersiz” raporu almak ister mi?
Sistemin en sancılı tarafı da; 5,5 yaş grubuyla, geçtiğimiz yıl anaokulunu bitirip 1. Sınıfa kayıt yaptıran öğrencinin aynı sınıfı paylaşacak olması. Aralarına iki yaşa yakın fark olan çocukların birlikte eğitim görmesi beraberinde bazı sorunları getirecek. Gelişim çağındaki bir çocuk için 1 ay bile çok önemliyken, 2 yaşa yakın bir fark, ciddi sorunların habercisi demek. Yine hiç ana sınıfı okutmamış ve bu alanda pedagojik birikime sahip olmayan bir öğretmen, 5,5 yaşındaki bir öğrenciye bazı temel becerileri nasıl kazandıracak? Bütün sendikalar, eğitim uzmanları, akademisyenler ve pratik uygulayıcılar çözüm yolları sunuyor fakat bakanlık ben yaptım oldu mantığıyla hiçbirini dinlemiyor. Eğitimi eğitimcilere bırakmak istemiyor adeta.
28 Şubat sürecinde 8 yıllık kesintisiz eğitime geçildi. Üniversiteye girişte katsayı uygulaması nedeniyle mağdur oldum. O dönemde İHL’ni kapatmak uğruna tüm meslek liseleri ateşe atıldı. Düzenlemenin ateşli savunucuları dahi “meslek lisesi memleket meselesi” demeye başladı. Şimdi maalesef o dönemle aynı mantıkla hareket ediliyor. İHL’lerin önünü açmak uğruna (bir İHL mensubu olarak sonuna kadar destekçiyim) okula başlama yaşı ve sınıf öğretmenleri konusunda ciddi problemler yaşanacak. Keşke aynı mantıkla hareket edilmeseydi? Bu hayırlı işte bu tarz meseleler olmasaydı.
Sayın Bakanımız “öğrenci odaklı düşünüyoruz” diyor. Yaklaşık 30.000 sınıf öğretmeni norm fazlası olacak. Bir okulda norm fazlası olacaksa hizmet puanı en düşük olan öğretmen norm fazlası olur. Yani hizmet puanı düşük olan 2. sınıf öğretmeni norm fazlası olabilir ve 2. sınıftaki öğrenciler yeni bir öğretmenle bu seneye devam eder.
Örneğin bir arkadaşın okulunda 3. sınıfların öğretmeni norm fazlası. Bu sınıfın 1. sınıftaki öğretmeni farklıymış, 2. sınıftaki de. Şimdi 3. sınıftaki de farklı olacak. Biz bunu eleştiriyoruz ama asıl biz “öğrenci odaklı düşün”düğümüz için eleştiriyoruz. Bu öğrencilerin psikolojisi ne olacak?
ÖĞRETMEN HALİNDEN DERDİNDEN ANLAŞILMAYAN, MÜDÜR-VELİ-ÖĞRENCİ EKONOMİ ARASINA SIKIŞMIŞ ADAM
Bakan Ömer Dinçer’den olumlu tek kelime duyamayacağımızı biliyorduk ama başbakanı hesaba katamamıştık. “Öğretmen haftada 15 çalışıyor, düz bir memur ne kadar çalışıyor? 40 saat. 40 saat için bu rakamın altında alanlar da var. Öğretmen ek ders verirse, bunun üstünde alıyor. Bir de tatili var. Yılda iki ay. Düz memurun tatili ise 20 gün. Şimdi soruyorum; bu haksızlık değil mi?” Ben bu konuşmayı okulda arkadaşımdan duyduğum da inanamadım, “başbakanımız böyle bir şey söylemez” dedim ama gerçekmiş. Bizi yaralayan açıklamalar bunlarla sınırlı değildi. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç; “Ömer Dinçer, öğretmenlere şahsiyet kazandırmak isteyen bir insandır.” Bu kadar mı hayır bitmedi. AKP Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş: “Öğretmen 1800 TL. Alıyormuş, ne iş yapıyorlar? Daha ne verelim? Git git gel. Beğenmeyen başka iş yapsın.”
AK PARTİ iktidarının nazarında bakana “ 3 ay tatil yapan” başbakana göre “2 ay tatil yapan”( tatil konusunda anlaşamasalar da) haftada 15 saat çalışan, “şahsiyet” kazandırılması gereken “1800 TL maaş alıp iş yapmayan gelip giden bir garip varlık.
Hükümetin gerçekten bir eğitim politikası var mı? Varsa 10 yıl da neden 4 bakan değişti? Bu bakanların kökeni Hüseyin ÇELİK dışında neden hiç biri eğitimci değil? Eğitimi hukukçular, işletmeciler, iktisatçılar eğitimcilerden daha mı iyi biliyor eğitimi idare etmeyi? 10 yılda atanmayı bekleyen öğretmen sayısı 72 binden 325 bine çıktı? Burada planlama eksiği yok mu? 10 yılda üniversiteler 2, 5 defa mezun verdi, MEB ile YÖK koordineli olarak çalışamaz mıydı? En çok pay eğitime ayrılırken, öğretmenler hizmetlilerden düşük alıyor burada bir çelişki yok mu? Öğretmenler kendilerini geliştirmiyor diyorsunuz, fakat yüksek lisans, doktora yapmış öğretmenlerin ek derslerindeki fark bu hükümet döneminde kesildi? Destek olmadınız, bari köstek olmasaydınız? Öğretmene değer vermeden eğitime önem vermek nasıl oluyor? Meclis sekreterinin yarısı kadar maaş alması normal mi? “Dindar nesli” 170 bin derslik, 750 bin bilgisayar, fatih projesi mi yetiştirecek? Eğitimi bina, derslik, bilgisayarla mı yapacağız, sadece teknik imkanla eğitim oluyor mu?
Öğretmeni velilerin, öğrencilerin ve toplumun gözünde bu kadar ezdikten, itibarlarını yerle bir ettikten sonra onlardan ne bekliyorsunuz? Toplu sözleşme yasası 20 ay da ancak çıktı 2,5 milyon memurun 700 bine yakın öğretmenin Aziz Yıldırım kadar değeri yok mu?
Dönem içinde öğrencileri öğretmenlerinden ayırmayalım bundan kötü etkilenirler? Peki ailesinden çocuğundan ayrı bir öğretmen, ana babasından ayrı öğretmen çocuğu ne yapar? Şiddete maruz kalmış bir öğretmeni ziyaret çok mu zor? Başbakanımız taksi duraklarından gecekondulara kadar her yere gitti. ALLAH razı olsun çok mutlu olduk. Şiddete uğramış bir öğretmeni bakanla ziyaret etseydi olmaz mıydı?
Öğretmenler gününde yine “bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum denecek mi? Bu mesleğin ne kadar kutsal, öğretmenlerin geleceğin mimarı olduğu söylenecek mi? Yine nutuklar atılıp, bakanın karşısına eski öğretmeni çıkarılıp ona yağ çekilecek mi? Dinimizin ilme okumaya verdiği önem ortada iken dindar insanların destek verdiği hükümetin öğretmene tavrı ne kadar insani? Ne kadar İslami? Eğitim pahalı maliyetli bedeli var. Peki bu ülke cehaletten az mı çekti? Cehaletin bedeli eğitimden daha mı düşük?
Bu satırların yazarı tüm seçimlerde oyunu bu hükümetten yana kullandı, referandumda “EVET” için aktif olarak çalıştı. Bir daha asla oy vermeyeceğim. Yapabileceğim bir iş olsa bu mesleği bırakırım sözünü çok duydum bu dönemde. Bakanın sözlerini, başbakan ve diğerlerinin sözlerini yan yana getirdiğinizde ortada çok açık bir duygusal şiddet ve saldırı görürsünüz. Ne medya duyuyor sesimizi, ne de muhalefet konuyu gündemine alıyor. BİZ BUNU HAKETMEK İÇİN NE YAPTIK. SANIRIM ÇOĞUMUZUN SUÇU ONLARA OY VERMEKTİ. BİR DAHA ASLA…
700 BİN ÖĞRETMENDEN BİR ÖĞRETMEN…’
Eminim ki; Milli Eğitim Bakanı kendi oğlu üniversite sınavlarına hazırlanırken, bir yıl içinde sürekli rapor alırken de, aynaya baktığında da herhalde vicdanı –paslı değilse- herhalde kendisini çok rahatsız ediyordur değil mi?.. Kul hakkının ne olduğunu öncelikle Sn. Bakan biliyordur, değil mi? Ve bunun gereğini de eminim Sn. Bakan yapacaktır, değil mi?..
ÖĞRETMENLERİN DRAMI: MİLLİ EĞİTİM BAKANIM BU YAZIYI OKUMAMALI
Eminim ki; Milli Eğitim Bakanı kendi oğlu üniversite sınavlarına hazırlanırken, bir yıl içinde sürekli rapor alırken de, aynaya baktığında da herhalde vicdanı –paslı değilse- herhalde kendisini çok rahatsız ediyordur değil mi?.. Kul hakkının ne olduğunu öncelikle Sn. Bakan biliyordur, değil mi? Ve bunun gereğini de eminim Sn. Bakan yapacaktır, değil mi?..
‘…Hocam inanın duygularım o kadar yoğun ve Milli Eğitim Bakanlığında yapılan yanlışlar da o kadar çok ki; onun için kısa yazamadım, yayınlayıp yayınlamak takdirinize kalmış. Bir kaç gündür bu yazı üzerinde uğraşıyorum. İnanın yemek yerken, uyurken, namaz kılarken dahi hep yaşananlar aklımda. Bunları nasıl daha iyi ifade ederim diye düşündüm. 8-10 kadar meslektaşım da yazdıklarımı okudular ve eklemeler / çıkarmalar yaptılar.
Siz, yazıyı istediğiniz gibi kısaltabilirsiniz. Eğer yayınlamak isterseniz de bölüm bölüm de yayınlayabilirsiniz. Bütünüyle takdir sizin. Yaşananlar tamamen gerçek halimiz, pür melalimiz. Ve bu ülke bizim. Olanlara küsüp bu diyarı da asla terk etmeyeceğiz. Bu deve ya güdülecek ya güdülecek…’ diyor bana gelen mektup…
Evet, evet bildiniz. Yine bir takım öğretmenlerden ve yine Milli Eğitim Bakanlığında yaşanan garabetlerden bazı somut örnekler… Şöyle ki;
‘…Anlatılması gereken o kadar çok şey var ki hangisinden başlayalım. “Bizim milletimiz söylemez, söylenir” der, II. Abdülhamit. Bu toplumun bir ferdi olan biz öğretmenler de özellikle son yıllarda fazlasıyla söyleniyoruz, çünkü fazlasıyla doluyuz.
MEB politikaları rahatsızlığımızın ana sebebi. Camiamızın problemleri dün de vardı, bugün de artarak devam ediyor.
Koalisyon dönemlerinde sağ partiler genellikle eğitim ve kültür bakanlıklarına önem vermek yerine; enerji, bayındırlık ve iskân bakanlıklarına önem verir ve bunları alırlardı. Eğitim ve kültürün bakanlıklarının toplumun üzerindeki uzun vadedeki etkileri yerine, kısa vadeli ve bol ihaleli bakanlıkları tercih ederlerdi. Aslında bu durum bir bakış açısının yansımasından ibaretti.
Rakamlar asrımızın putlarından biridir. Özellikle sayın başbakanımızın çok sevdiği ve çok da etkili olan bir unsur; öyle ya, rakamlar yalan söylemez! Mühendis -müteahhit kafa ki; bu sadece sayın başbakan da değil bizim askeri ve mühendislik alanla başlayan batılılaşmamızın da bir özetidir. Olaya mühendis - asker gibi teknik bir mesele olarak bakmak. Şu kadar duble yol yapıldı, şu kadar hastane açıldı… Konu eğitim, yani insan yetiştirmek, geleceği inşa etmek…
İşte eğitimimizin AK parti dönemindeki temel yansımaları:
1. 2002 de MEB bütçesi 7.5 milyar iken 2012 39.2 milyar lira oldu,
2. 170 bin derslik yapıldı 300 bin öğretmen atandı,
3. 750 bin bilgisayar tahsil edildi,
4. Okulların %97’si internete erişti,
5. Ücretsiz kitap dağıtıldı,
6. Bu yıl okullarda süt dağıtıldı.(Süt projesinin devlete maliyeti 600 milyon lira.2003 yılından 2010 yılına kadar ücretsiz kitaba ödenen miktar 1 milyar 583 milyon 85 bin TL idi ve 2010 yılında 28 milyar 238 milyon olan eğitim bütçesinin % 5 ine denk geliyordu. Fatih projesinin devlete maliyeti yaklaşık 8 milyar lira.)
Başbakanımızın da sık sık söylediği gibi bütçeden de en fazla pay eğitime ayrılmıştır. (nereden NEREYE)
'En iyi yalanlar rakamlarla söylenir' ise; eğitime ayrılan ödenek yaklaşık 5 kat artmıştır. Başbakanımızın da sık sık söylediği gibi bütçeden de en fazla pay eğitime ayrılmıştır. Buraya kadar her şey güzel, peki bir başka açıdan bakalım, bu durumun eğitimin olmazsa olmazı öğretmenlere yansımasına, yani nereden nereye…
2002 den 2012 ye öğretmen maaşları ve diğer maaşların değişimi (Rakamlarla konuşanlara hatırlatmak gayesiyle mütaalama 2002 ve 2012 yılında bazı memur maaş rakamlarını vererek başlıyorum.)
Not: Bu rakamları verirkenki amacım diğer meslek mensuplarının aldıklarını kıskanmak veya çok görmek değil, sadece sağlıklı bir kıyaslama yapabilmektir.
2002 - 2012
1) En düşük memur maaşı 293 milyon TL - 1.775 TL
2) Hemşire lise mezunu 340 milyon TL - 1.993 TL
3) Öğretmen 562 milyon TL - 1.865 TL
4) Polis 591 milyon TL - 2.434 TL
5) Uzman doktor 810 milyon TL - 3.493 TL
6) Avukat 780 milyon TL - 3.457 TL
NOT: Yukarıdaki ifadede tüm memur maaşları en düşük derecede, evli, eşi çalışmayan ve iki çocuk esası dikkate alınarak yazılmıştır. Maliye bakanlığı maaşları maalesef eş ve çocuk yardımını dâhil ederek yayınlıyor. Bunu sokaktaki insana, hatta kendi ana babama bile izah etmek zorunda kalıyorum. Farkı anlatmak son maaşım bir çocuk dahil 8 yıllık öğretmen 1799 TL. (Yani yeni başlayan 8 yıllık yeni başlayan kadar alamıyor)
Her maaş zammı döneminde % 1’lik maaş zammının bütçeye yükü şu kadar denilerek psikolojik operasyon yapılıyor. Bütçe imkânları neden sadece memur maaşı döneminde hatırlanıyor. Vekil maaşı döneminde, silah alımında, sanayici ve reel sektöre teşvikler verilirken, medya gruplarının ve futbol kulüplerinin vergi cezaları affedilirken hatırlanmaz?
Sadece yukarıdaki ifadelerle binlerce sayfa yazı yazılabilir. Ancak rakamların dili daha etkili, kanaatimce. Mamafih biz de anlamayanlara bazı açıklayıcı ifadelerde bulunalım:
1. 2002’de öğretmen maaşı en düşük devlet memur maaşından yaklaşık % 100 fazla iken bugün ancak % 7-8 fazladır.
2. 2002’de öğretmen maaşı lise mezunu hemşirenin maaşından %75 fazla iken bugün % 7 daha az. Evet, % 7 daha az.
3. 2002’de öğretmen maaşı uzman doktor maaşından % 43 az iken bugün %95’den daha az. Tabi doktorların ek ödemeleri ve öğretmen ek dersleri katıldığında bu fark % 200’ü geçmektedir.
4. 2002’de öğretmenler, avukatlardan %34 az alırken bugün % 92 daha az maaş almaktadır.
5. 2002’de öğretmenler, polislerden % 4 daha az maaş alıyorken bugün % 22 daha az maaş almakta.
Rakamlardan çok sıkılanlara isterseniz şöyle açıklayayım. Üniversite mezunu öğretmen bugün ancak ilkokul mezunu en düşük derecede bir memur kadar maaş alabilmekte. Lise mezunu hemşireden 128 TL az maaş almaktadır. Ek ders diyenlere döner sermaye ödeneğiyle mukabele ediyorum.
AK Parti iktidara geldiğinde altının gramı 17 liradan 96 liraya, yaklaşık 6 kat artarken; maaşlar 540 liradan 1865 liraya yükselmiş (3,5 kat) ki buna eş ve iki çocuk yardımı dâhil. Yani bize nereden nereye demek düşer herhalde. Milli eğitim bütçesi 5 kat bütçeden en fazla pay eğitime ayrılmış ama öğretmenler hizmetlilerden daha az alıyor.
Bir de meclis çalışanlarına göz atalım. Meclis’in yeni teşkilat yasasıyla danışman maaşları 4 bin 60, sekreter maaşı 3 bin 566, şoför maaşı da 3 bin 87 TL . Mecliste hizmetli olmak bile başka Parti gruplarında çalışan ilkokul mezunu hizmetlinin maaşı net 3.890 TL oldu. Meclis’te diğer birimlerde aynı işi yapan hizmetliler ise 2.637 TL alıyor. (inanmıyorsanız kaynak vereyim http://www.aktifhaber.com/meclis-person ... 36461h.htm )
Bu satırları okuduktan sonra hiçbir ak partili “adalet” kelimesini ağzına almasın, partinin adı adalet olunca adil olunmuyor, adalet sarayı yapmakla adalet gelmiyor. Vekillere % 45 verip memura emekliye %3 teklif etmek hangi vicdanın insafın eseridir, Allah aşkına…
Tek derdimiz dünyalık değil elbette. Aldanmıyoruz, bilinsin istedik. Her ne kadar da son yıllarda öğretmenin itibarsız kılınması çalışmaları zirve yapsa da bu itibarsızlaştırma faaliyetlerinin sanayi devrimi sonrasında mütemadiyen devam ettiği bilinmektedir. Tabi şunu da vurgulamak isterim ki kapitalizmin kadim anlayışı itibarı maddi kazançla nitelendirmektedir.
Her şeye rağmen yine şunu rahatlıkla söylüyorum ki zam istemiyorum adalet istiyorum: Ülkenin durumu kötüyse zam istemiyorum. REFERANDUMLA elde edilen toplu sözleşme yasası çıkmadı ve biz 6 ay gecikmeli zam aldık. Kıyamet kopmadı, ölmedik de. Sadece kırıldık. Şike yasası yeni bir yasa olmasına rağmen AZİZ Yıldırım’ı kurtarmak için değişik yapıldı. Cumhurbaşkanı reddetti gece gündüz çalışıldı iktidarı muhalefeti el birliğiyle geceli gündüzlü insanüstü bir gayret gösterildi.
Bizim kazanılmış hakkımız ise 20 ay bekletildi. 2,5 MİLYON MEMUR BİR AZİZ YILDIRM KADAR DEĞERLİ OLMADIĞINI ÜZÜLEREK GÖRDÜK. ADALET İSTİYORUM VEKİLE % 45 olunca isyan ediyorum ve nerde adalet diyorum. Ben emekliliği hiç düşünemiyorum. Bu şartlarda altında emekli olmamız zor. 60 yaşına kadar bir öğretmen nasıl çalışır? PEKİ, VEKİLLER BİR DÖNEMDE NASIL EMEKLİ OLUYORLAR?
İşin aslı ne paramız var ne de itibarımız. İtibar kaybı nasıl başladı? Hüseyin Çelik bakanlığı zamanında "öğretmenler haftada iki gün çalışıyor" demişti. Yine aynı dönemde - öğretmenler okumuyor, kariyer yapmıyor deyip, kariyer yapmış öğretmenlerin (yüksek lisans, doktora) % 25 ve % 40'lik ek ders farkının Unakıtan hazretleri tarafından kırpılmasına göz yumdu. “Ek dersler arttırılacak” dedi beklenti yarattı. Artış dağ fare doğuracak seviyede olunca “öğretmenlik mesleği parayla bu kadar yan yana getirilmemeli” gibi doğru bir cümleyi yanlış yerde kullandı. Öğretmenler Hüseyin Çelik’e tepkiliydiler ama o zamanlar Ömer DİNÇER gibi bir bakanlarının olacaklarından habersizdiler nereden bilsinler, bilselerdi tepki gösterdikleri bakanı baş tacı ederlerdi. Eş durumu tayinlerinde Hüseyin Çelik’ e tweet yağdıran öğretmenler bakanım ocağına düştük diyorlar. Memurlar.net forumda bir öğretmen: Allah’ım düştüğümüz hale kimden medet umar hale geldik diyor.
Daha sonra hukukçu, Emine Erdoğan’ın arkadaşı Nimet Çubukçu bakan oldu. Hangi özelliği sebebiyle bakan oldu bir türlü anlayamadık? Vitrin süsü olmanın ötesine geç(e)medi. Yurt içinde binlerce öğretmen atama beklerken İngilizce öğretmek için yurt dışından öğretmen getirme projesi (ithal öğretmen) vardı, nasip olmadı.
Ya Ömer DİNÇER?
1- “Veliyi üzeni üzerim” sözüyle başladı. Öğretmene şiddet tavan yaptı. Bir tane şiddet mağduru öğretmeni ziyaret etmedi. Sağlık bakanı yağmasa da gürledi “ Hemşireye uzanan eli kırarım dedi” Bizim bakanımız “gık” bile demedi. Bir ziyaret bu kadar zor mu? OLMASANDA GÖRÜN, ÜZÜLMÜŞ GİBİ YAP.
2- “Öğretmenler “3 ay tatil yapıyor” la devam etti. Öğretmenlerin tatili 2 ay bilmiyorsa skandal bu nasıl bakan tatil süresini dahi bilmiyor? BİLİYORSA SKANDAL BİZİ NİYE TOPLUMUN ÖNÜNE ATIYOR, MESAJ ÖĞRETMENLER YATIYOR. TATİL SÜRESİNİ ÖĞRETMENLER Mİ BELİRLİYOR? TEMMUZ’DA AĞUSTOS’TA YAZ SICAĞINDA EĞİTİM MÜMKÜN Mü?
3-“OECD ülkeleri arasında en çok işe geç kalma ve devamsızlık yapma ortalaması Türkiye'deki öğretmenlerde” şeklinde inciler dökmüş yine. OECD verileri demişken bir bakalım;
Yıllık çalışma saatleri:
İskoçya: 1365
İspanya: 1425
Portekiz: 1464
Çek cumhuriyeti: 1664
Hollanda: 1659
Danimarka: 1680
Almanya: 1775
Şili: 1760
İsveç: 1767
OECD ortalaması: 1663
Türkiye: 1808 (not: Türkiye'deki öğretmenler OECD'nin en çok çalışan, buna karşın en az ücret alan öğretmenleridir.)
İşe geç kalma ve devamda KULLANILAN OECD VERİLERİ ÇALIŞMA VE ÜCRETE GELİNCE KULLANILMIYOR
4- "Bu kadar öğretmene ihtiyacımız yok, yeteneklerine uygun başka mesleklere yönelsinler” 10 yıldır iktidar AK PARTİ. Fakülteler 4 yılda bir mezun veriyor bu planlamayı yapmak bu kadar zor olmasa gerek.
5- ''Ben bu yıl önceki bakanımızın '55 bin öğretmen alacağız' sözünü yerine getiremediğimiz için tüm öğretmen adaylarından özür diliyorum'' Ömer Dinçer Nimet Çubukçu’nun sözlerine sahip çıkmadı. 28 bin kişi atandı.
6- Bakan Dinçer, özür grubu atamaları ile ilgili başka bir soru üzerine, “Her yıl çocuğunuzun öğretmeni değişse idi hoşunuza gider miydi? Dönemin tam ortasında çocuğunuzun öğretmeni bırakıp gitse idi hoşunuza gider miydi?” diye sordu.
Eşinden çocuğundan ayrı bir öğretmen ne kadar verimli olabilir? Bakanımız eşinden çocuklarından ayrılmak ister mi? O durumdaki çalışmalarında ne ölçüde verimli olabilir? Neden hep fedakarlık öğretmenden isteniyor?
Dinçer, şöyle devam etti: “Öğretmenlerimiz niçin Şubat’ta özür grubuna dayalı olarak tayin talep ediyorlar. Gelin hep birlikte kısmen de fedakârlık yaparak, bu ülkenin bütün çocuklarına kendi çocuğumuz için istediğimiz hakları ve fırsatları verelim.” Ama sonra ne oldu? Sayın Bakan "yılda elli bin öğretmen yer değiştiriyor. Bu da eğitimi olumsuz etkiliyor" diyor. MEB’ın resmi verilerinde, en çok olduğu yıl yirmi bin. Geçen sene ise on beş bin. Allah aşkına 700 bin öğretmen içinde yüzde 2-2,5 çok mu? Bakan niye gerçekleri çarpıtıyor? Bu sene eş durumu tayinlerinde birçok il tayine açılmadı
MEB Sadece ağustos ayında özür grubu ataması olacak diyerek şubat atamasını iptal etti ancak bu iptali yapan MEB, Kasım ayında, eşi hakim olan öğretmenin naklen atamasını yaptı. Bunun anlamı Eşi hakim, savcı, emniyet mensubu ve mülki idare amiri olan öğretmenlerin eş durumu nakli eğitim öğretimi etkilemeyecek ama eşi normal memur olanların eş durumu özründen nakli, eğitim öğretimi etkileyecekti (http://www.memurlar.net/haber/211799/
Ağustos’u bekleyin diyen Ömer Dinçer 2012 eş durumu tayinlerinde Sınıf Öğretmenlerine tarihte ilk defa 71 ili kapalı gösterdi. Öğretmenler tayin için bilgisayar başına geçtiklerinde şok oldular. İLİNİZDE NORM AÇIĞI BULUNMADIĞINDAN TERCİH YAPAMAZSINIZ. Adı üzerinde özür grubu tayini olan tayinler “özür dileriz” tayin yapamıyoruz sürecine dönüştü. Halbuki işin aslı şuydu. 4x3 yasası ile birçok sınıf öğretmeni(%20, 30.000 kişi) norm fazlası oldu. Bakanlık hesapsız kitapsız çıkardığı yasanın faturasını öğretmenlere kesti. Hem çıkardığı yasa ile öğretmenleri norm fazlasına düşürerek mağdur etti. Hem de norm fazlası var diyerek eş durumundan tayin isteme hakkı vermeyerek ikinci mağduriyeti yaşattı. Kaymaklı ekmek kadayıfı.
Örneğin Ağrı Doğubayazıt’tan Balıkesir’in bir ilçesine sosyal bilgiler öğretmeni olarak atanan bayan öğretmenin eşi sınıfçı olduğu için aynı yere tayin isteyemedi. Aslında o ilçede 3 tane sınıf öğretmeni açığı bulunmaktaydı. Ama norm fazlasına çıkan sınıf öğretmenlerinden dolayı o öğretmen tayin isteyemedi. Ağrı’da 3-4 yıl çalışmış ve doğu görevini yapmış bu öğretmenlerin günahı ne? Acaba terörist mi ki bunlar bu muameleye tabi tutuluyorlar?(Devletin teröriste yaklaşımı daha iyi. Oslo süreci, İmralı süreci vs…)
SKANDALLAR BİTMEK BİLMİYOR (Görevlendirme yasaktı)
On binlerce öğretmeni ve ailesini ilgilendiren eş durumu ve özür grubu tayinlerini, yaşanan tüm dramlara karşın katı kurallarla sınırlayan Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), “48 şanslı öğretmeni” Ankara merkez ve taşra teşkilatında “görevlendirdi”. Görevlendirilenler arasında AKP’li bakanlar ve milletvekili yakınları da bulunuyor. Ömer Dinçer, bakanlık koltuğuna oturduktan sonra görevlendirmelere sıcak bakmadığını belirtmiş ve temmuz ayı başında bakanlıktaki tüm görevlendirmeleri iptal ederek başka okullarda ya da geçici görevle çalışan öğretmenleri okullarına döndürmüştü.
Eğitim Sen 48 kişilik o özel listeyi yayımladı
http://www.memurlar.net/haber/277635/
HERHALDE REFERANSLARI GÜÇLÜ “BU ÜLKEDE HERKES EŞİTTİR BAZILARI DAHA EŞİTTİR”
7- BAĞIŞLAR: Bağış almak yasak fakat okula ödenek gönderilmez. Hizmetli verilmez. Okulun ihtiyaçları nasıl giderilecek? Okul temizliğini kim yapacak? Canlı bir örnek verelim. Görev yaptığım okulda 3000 yakın öğrenci var. Devletin maaşını karşıladığı hizmetli ise sadece iki. Peki nasıl olacak bu iş. Müdür bey ne yapacak? Bağış alacak (işin aslı zorunlu bağış kayıttan, diploma verirken, nakillerden) kermes yapacak, gezi düzenleyecek, sinema gösterisi, tiyatro vs… yani cambazlık yapacak… İDARECİLER HALİYLE BAĞIŞ ALDI SONUÇ: SORUŞTURMA NEDEN: BAĞIŞ. Tribüne oynamak sonuna kadar var ödenek maalesef yok. Soruşturmadan bir şey çıkar mı? Orası ayrı herkes mesajı aldı.
Yaşanmış bir olay daha anlatayım. Okulumuza hırsız, girdi ve okuldan bazı şeyleri çaldı. Milli eğitim okul müdürüne soruşturma açtı. Sebep müdür bey 3 yıldır okulda görevli. İlk yıl okula resmi yazıyla bekçi talebinde bulunmuş ama olumsuz yanıt verilmiş, gerekçe ödenek yetersizliği. Müdür bey yine aynı cevap verileceği için tekrar yazı yazmamış. Ödenek verme hırsızlık olunca sorumlu tut. Müdür gece bekçilik mi yapacak? Bekçinin maaşını cebinden mi karşılayacak?
8- MÜFETTİŞLER: Okullarda teftişlerin hiçbir faydası yoktur. Müfettişler okula hiçbir zaman bir yanlışı düzeltmek için gelmez. Teftişler sadece yanlış bulmak amaçlı yapılır. Öğretmenler üzerinden ego tatmini. Belli dosyaları koyun önüne onlar tamam olsun. En iyi öğretmen sensin. Dosyalar eksik olunca ağzınla kuş tut, keramet göster nafile. Ve aslında MEB faaliyetlerinin özetidir bu durum. OLMA GÖRÜN, –MIŞ GİBİ YAP, İDARE ET ASLA SORUN VAR DEME. “Şu ana kadar müfettişten şunu öğrendim, bilmediğim şu konuyu bana anlattı” diyen tek meslektaşıma şahit olmadım.
Bir Din kültürü öğretmeni arkadaşın dersine giren müfettiş niçin dersi projeksiyonla işlemiyorsun diye sorar. Öğretmen okulda projeksiyon olmadığını söyleyince müfettiş bul diye cevap verir. Aynı öğretmen başka bir okulda idareci olur ve okuluna velilerin katkısı ile 7 projeksiyon aldırır. Okuluna gelen müfettişler Sosyal Bilgiler dersinde bir sınıfa teftişe girerler. 15 dk sonra müfettiş öğrencileri Sosyal Bilgiler dersi projeksiyonla işlenmez diyerek başka sınıfa gönderir. Amaç katkı sağlamak mı eksik bulmak mı? Bu örnek sanırım bir şeyler anlatıyor.
Aynı idareci arkadaşa müfettiş ilköğretim kurumları sonunda bulunan okullarda tutulacak defterler listesini çıkararak tek tek sorarlar. Ev ödevi gibi 25- 26 maddelik listeyi soran müfettişler 1-2 eksik bulunca köpürür. Mesele eğitim mi? Tamam olan evraklar mı? O sene o okulda SBS sınavında Türkiye 1. olan bir öğrenci çıkar. Ama evraklardan bir ikisi eksiktir.
9- SENDİKALAR: MEB’de en büyük kör noktalardan biridir. Normalde sendikaların asıl amacı öğretmenlerin hakkını savunmaktır. Eğitim sendikaları hiçbir konuda hiçbir konuda anlaşamaz, uzlaşamaz. Tek uzlaştıkları konu diğer sendikanın hatalı olduğudur. Öğretmen şiddet mağduru olur, her sendika ayrı bir basın açıklamasıyla durumu kınar. Bu konuda dahi birleşemez. Maaş zammı için eylem yapılır, her bir sendika ayrı bir meydan seçer. Eylemini orda yapar. Bir türlü birlik olunamaz. Peki sendika ne iş yapar? Sendika MEB’de yükselmek için basamaktır. İktidarda sol görüş varsa müdürler, şube müdürleri, milli eğitim müdürleri genellikle sol kesimden, milliyetçiler iktidarda ise milliyetçilerden, dindarlar iktidarda ise dindarlardan. İsimler değişir ama mantık değişmez. Sendika başkanları için de basamaktır milletvekili olmak için. Sistemin muhalifi olan, eleştiren sendika yöneticisi sistemin parçası olarak görevine devam eder, hak mücadelesini sonradan gelenlere devreder! Bir diğer mesele de ekonomidir. Sendikalar üye başına devletten 10 TL alırlar. 10 lira deyip geçmeyin. 100 bin üyesi olan sendika için aylık 1 trilyon demek. 200 Bin üyesi olan sendikalar var. Sıradan bir sendika üyesi nerden bilecek kendisi için alına bu paralar nerelere harcandı.
Hak arayan sendikalarımızın ne hale düştüğünü iki olayla izah edeyim. Bu yıl hükümet bir kısım memurlara özellikle kendi atadığı bürokratlara zam yaparken biz öğretmenler yine mağdur olduk, kapsam dışında tutulduk. Ben de arkadaşlarımla beraber mensubu bulunduğum eski sendikam EĞİTİM BİR SEN’İN Eminönü Büyük Postane’deki eylemine katıldım. Konu maaş zammı olunca maliye bakanı aleyhine sloganlar atıldı. Bizler öğretmen olunca ve bakanın bizi üzen tavırları devam ettiğinden dolayı “Ömer Dinçer istifa” şeklinde slogan atmaya başladık. Kalabalık bu sloganı çok tutmuştu. Herkes hep beraber büyük bir coşkuyla katıldı. Ne zamana kadar sendika yetkilisi: “Arkadaşlar sadece belirlenen sloganlar söylenecek” denene kadar. İlk önce şaşırdık ama ısrarla devam ettik. İstifa kararını verdim. Sendika hak aramayacaksa, yanlışa tepkiye bile sansür koymaya çalışacaksa ne işe yarar ki?
Bir ibretlik hadise de maaş zammı açıklandıktan sonra gerçekleşti. Yetkili sendika memur-sen zam görüşmelerinde istediğini alamadı, toplu sözleşme sadece lafta kalmış, hükümet referandumda verdiği sözü tutmamış, uzlaştırma kurulundaki hakem heyetinde çoğunluk hükümet yanlısı olunca pazarlığın bir anlamı olmamıştı. Memur-sen üyesi de memurların aleyhine oy kullanarak hayal kırıklığına bir yenisi daha eklemişti. Ertesi gün okula gelen miliyetçi sendika yetkili sendikayı yerden yere vurdu. Peki tepki ne olacak neler yapmalıyız? Deyince hemen bir adet istifa formu bir adet de kayıt formu uzattı? Onun için önemli olan memurların yaşadığı mağduriyet değildi. Derdi üye sayısını arttırmaktı. Hem de üyeyi en büyük rakibinden almış olacaktı. Memur maaşının düşük çıkmasına sevinmişti. Çünkü kendisine alan açmıştı. Öğretmenin derdi mi? O DERTLERİYLE BAŞBAŞA. İŞTE SENDİKA. SENDİKA yükselme de basamak, üye ise para demek.
10- 4+4+4 DERT+DERT+DERT OLMASIN SINIF ÖĞRETMENLERİ VE 66 AY MESELESİ
Bu düzemle esas itibari ile İHL önünü açmak amacıyla yapılmıştır. Belki de AK PARTİ hükümetlerinin eğitim adına en olumlu yaptığı çalışmadır. Tüm tartışma üstü kapalı olarak buradan yürütülmektedir. Fakat iki nokta var sıkıntı yaratacak olan: okula başlama yaşı ve ikinci 4 yıllık kademeye geçiş ve ortaya çıkan sınıf öğretmeni fazlalığı. Küçük bir düzenlemeyle şuan yaşanan kafa karışıklığının önüne geçilebilir.4+4+4’lü sistem 5+3+4 şeklinde düzenlenseydi sınıf öğretmeni fazlalığı oluşmazdı.
Okula başlama yaşı aynı kalsaydı ne rapor almaya gerek kalırdı ne 1.sınıflara yığılma olurdu. Maalesef MEB işin tam olarak farkında değil. Yeni sistemde, okula başlama yaşının 7’den 5,5’e çekilmesi, 1. Sınıfta eğitim görecek öğrenci sayısını, Türkiye genelinde yüzde 40 arttırdı. Bu da özellikle İstanbul’un bazı okullarında sınıf mevcutlarının 100’ü bulması anlamına geliyor. Medyaya fazlasıyla malzeme çıkacak göreceksiniz. Bir arkadaşım Sultanbeyli ilçesindeki bir okulda bu durumu şöyle örnekliyor: “800 öğrenciyi sistem otomatik olarak kaydetti fakat sadece 7 sınıf var” En fazla kaç kişi rapor alacak? Bir de insanlar çocuklarına “yetersiz” raporu almak ister mi?
Sistemin en sancılı tarafı da; 5,5 yaş grubuyla, geçtiğimiz yıl anaokulunu bitirip 1. Sınıfa kayıt yaptıran öğrencinin aynı sınıfı paylaşacak olması. Aralarına iki yaşa yakın fark olan çocukların birlikte eğitim görmesi beraberinde bazı sorunları getirecek. Gelişim çağındaki bir çocuk için 1 ay bile çok önemliyken, 2 yaşa yakın bir fark, ciddi sorunların habercisi demek. Yine hiç ana sınıfı okutmamış ve bu alanda pedagojik birikime sahip olmayan bir öğretmen, 5,5 yaşındaki bir öğrenciye bazı temel becerileri nasıl kazandıracak? Bütün sendikalar, eğitim uzmanları, akademisyenler ve pratik uygulayıcılar çözüm yolları sunuyor fakat bakanlık ben yaptım oldu mantığıyla hiçbirini dinlemiyor. Eğitimi eğitimcilere bırakmak istemiyor adeta.
28 Şubat sürecinde 8 yıllık kesintisiz eğitime geçildi. Üniversiteye girişte katsayı uygulaması nedeniyle mağdur oldum. O dönemde İHL’ni kapatmak uğruna tüm meslek liseleri ateşe atıldı. Düzenlemenin ateşli savunucuları dahi “meslek lisesi memleket meselesi” demeye başladı. Şimdi maalesef o dönemle aynı mantıkla hareket ediliyor. İHL’lerin önünü açmak uğruna (bir İHL mensubu olarak sonuna kadar destekçiyim) okula başlama yaşı ve sınıf öğretmenleri konusunda ciddi problemler yaşanacak. Keşke aynı mantıkla hareket edilmeseydi? Bu hayırlı işte bu tarz meseleler olmasaydı.
Sayın Bakanımız “öğrenci odaklı düşünüyoruz” diyor. Yaklaşık 30.000 sınıf öğretmeni norm fazlası olacak. Bir okulda norm fazlası olacaksa hizmet puanı en düşük olan öğretmen norm fazlası olur. Yani hizmet puanı düşük olan 2. sınıf öğretmeni norm fazlası olabilir ve 2. sınıftaki öğrenciler yeni bir öğretmenle bu seneye devam eder.
Örneğin bir arkadaşın okulunda 3. sınıfların öğretmeni norm fazlası. Bu sınıfın 1. sınıftaki öğretmeni farklıymış, 2. sınıftaki de. Şimdi 3. sınıftaki de farklı olacak. Biz bunu eleştiriyoruz ama asıl biz “öğrenci odaklı düşün”düğümüz için eleştiriyoruz. Bu öğrencilerin psikolojisi ne olacak?
ÖĞRETMEN HALİNDEN DERDİNDEN ANLAŞILMAYAN, MÜDÜR-VELİ-ÖĞRENCİ EKONOMİ ARASINA SIKIŞMIŞ ADAM
Bakan Ömer Dinçer’den olumlu tek kelime duyamayacağımızı biliyorduk ama başbakanı hesaba katamamıştık. “Öğretmen haftada 15 çalışıyor, düz bir memur ne kadar çalışıyor? 40 saat. 40 saat için bu rakamın altında alanlar da var. Öğretmen ek ders verirse, bunun üstünde alıyor. Bir de tatili var. Yılda iki ay. Düz memurun tatili ise 20 gün. Şimdi soruyorum; bu haksızlık değil mi?” Ben bu konuşmayı okulda arkadaşımdan duyduğum da inanamadım, “başbakanımız böyle bir şey söylemez” dedim ama gerçekmiş. Bizi yaralayan açıklamalar bunlarla sınırlı değildi. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç; “Ömer Dinçer, öğretmenlere şahsiyet kazandırmak isteyen bir insandır.” Bu kadar mı hayır bitmedi. AKP Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş: “Öğretmen 1800 TL. Alıyormuş, ne iş yapıyorlar? Daha ne verelim? Git git gel. Beğenmeyen başka iş yapsın.”
AK PARTİ iktidarının nazarında bakana “ 3 ay tatil yapan” başbakana göre “2 ay tatil yapan”( tatil konusunda anlaşamasalar da) haftada 15 saat çalışan, “şahsiyet” kazandırılması gereken “1800 TL maaş alıp iş yapmayan gelip giden bir garip varlık.
Hükümetin gerçekten bir eğitim politikası var mı? Varsa 10 yıl da neden 4 bakan değişti? Bu bakanların kökeni Hüseyin ÇELİK dışında neden hiç biri eğitimci değil? Eğitimi hukukçular, işletmeciler, iktisatçılar eğitimcilerden daha mı iyi biliyor eğitimi idare etmeyi? 10 yılda atanmayı bekleyen öğretmen sayısı 72 binden 325 bine çıktı? Burada planlama eksiği yok mu? 10 yılda üniversiteler 2, 5 defa mezun verdi, MEB ile YÖK koordineli olarak çalışamaz mıydı? En çok pay eğitime ayrılırken, öğretmenler hizmetlilerden düşük alıyor burada bir çelişki yok mu? Öğretmenler kendilerini geliştirmiyor diyorsunuz, fakat yüksek lisans, doktora yapmış öğretmenlerin ek derslerindeki fark bu hükümet döneminde kesildi? Destek olmadınız, bari köstek olmasaydınız? Öğretmene değer vermeden eğitime önem vermek nasıl oluyor? Meclis sekreterinin yarısı kadar maaş alması normal mi? “Dindar nesli” 170 bin derslik, 750 bin bilgisayar, fatih projesi mi yetiştirecek? Eğitimi bina, derslik, bilgisayarla mı yapacağız, sadece teknik imkanla eğitim oluyor mu?
Öğretmeni velilerin, öğrencilerin ve toplumun gözünde bu kadar ezdikten, itibarlarını yerle bir ettikten sonra onlardan ne bekliyorsunuz? Toplu sözleşme yasası 20 ay da ancak çıktı 2,5 milyon memurun 700 bine yakın öğretmenin Aziz Yıldırım kadar değeri yok mu?
Dönem içinde öğrencileri öğretmenlerinden ayırmayalım bundan kötü etkilenirler? Peki ailesinden çocuğundan ayrı bir öğretmen, ana babasından ayrı öğretmen çocuğu ne yapar? Şiddete maruz kalmış bir öğretmeni ziyaret çok mu zor? Başbakanımız taksi duraklarından gecekondulara kadar her yere gitti. ALLAH razı olsun çok mutlu olduk. Şiddete uğramış bir öğretmeni bakanla ziyaret etseydi olmaz mıydı?
Öğretmenler gününde yine “bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum denecek mi? Bu mesleğin ne kadar kutsal, öğretmenlerin geleceğin mimarı olduğu söylenecek mi? Yine nutuklar atılıp, bakanın karşısına eski öğretmeni çıkarılıp ona yağ çekilecek mi? Dinimizin ilme okumaya verdiği önem ortada iken dindar insanların destek verdiği hükümetin öğretmene tavrı ne kadar insani? Ne kadar İslami? Eğitim pahalı maliyetli bedeli var. Peki bu ülke cehaletten az mı çekti? Cehaletin bedeli eğitimden daha mı düşük?
Bu satırların yazarı tüm seçimlerde oyunu bu hükümetten yana kullandı, referandumda “EVET” için aktif olarak çalıştı. Bir daha asla oy vermeyeceğim. Yapabileceğim bir iş olsa bu mesleği bırakırım sözünü çok duydum bu dönemde. Bakanın sözlerini, başbakan ve diğerlerinin sözlerini yan yana getirdiğinizde ortada çok açık bir duygusal şiddet ve saldırı görürsünüz. Ne medya duyuyor sesimizi, ne de muhalefet konuyu gündemine alıyor. BİZ BUNU HAKETMEK İÇİN NE YAPTIK. SANIRIM ÇOĞUMUZUN SUÇU ONLARA OY VERMEKTİ. BİR DAHA ASLA…
700 BİN ÖĞRETMENDEN BİR ÖĞRETMEN…’
Eminim ki; Milli Eğitim Bakanı kendi oğlu üniversite sınavlarına hazırlanırken, bir yıl içinde sürekli rapor alırken de, aynaya baktığında da herhalde vicdanı –paslı değilse- herhalde kendisini çok rahatsız ediyordur değil mi?.. Kul hakkının ne olduğunu öncelikle Sn. Bakan biliyordur, değil mi? Ve bunun gereğini de eminim Sn. Bakan yapacaktır, değil mi?..