KORE NASIL BÖLÜNDÜ? DÜŞÜNCELER....

Kodla Büyü

intel4004

Seçkin Üye
Seçkin Üye
Mesajlar
893
Kore II. Dünya Savaşı'ndan sonra, 1910-1945 yılları arasında yaşanan Japon işgalinin sona ermesinin ardından ülkeye Sovyetler Birliği ve ABD silahlı kuvvetlerinin ayrı bölgelerden çıkartma yapması ve sonucunda kuzeyin komünist rejimi benimseyip güneyin de kapitalizmi benimsemesinin ardından, özellikle de Kore Savaşı sonucunda Kuzey ve Güney Kore olmak üzere ikiye bölündü. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti 1948 yılında otoriter ve sosyalist bir hükümet kurmuştu. 1994 yılında Kuzey Kore'nin ilk lideri olan Kim Il Sun'un ölümünden sonra, ülkeyi oğlu Kim Jong-il yönetmeye başlamıştır. 17 Aralık 2011 tarihinde ülkenin 70 yaşındaki lideri Kim Jong-il öldüğünde yönetim halka oğlu ve liderin varisi Kim Jong-un etrafında toplanma çağrısı yapmıştır. Kuzey Kore diğer komünist ülkelere göre daha kapalı bir rejim görünümündedir. Ülkenin güneyinde Güney Kore, kuzeyinde Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya, doğusunda ise Japon Denizi bulunur.

1980 li yıllarda türkiyede sağ sol ayrımının çıkması
günümüzde suriyenin durumu yine benzer politikarın ürünü...

dünyada kapitalist sistemler komnizme karşı zafer kazanmış olmasına rağmen
kominizm ve kapitalizm sistemlerinin çekişmesinden
amerika-rusya yerine arada kalan devletler zarar görmüştür....
 
Kore neden bölündü?
Kore yarımadasının ve Kore halkının niye iki ayrı ülkeye bölündüğünün hikayesi, bir emperyalizm hikayesi...

Kore 20. yüzyılın ilk yarısını Japon işgali altında geçirdi. Bu yıllarda Asya içindeki ilerleyişini sürdüren Japon emperyalizmi, Kore’de oldukça acımasız bir sömürge idaresi kurmuştu. 1945’deki bağımsızlık ve yeniden kuruluşa kadar Kore’de Japon idaresine karşı mücadele eden pek çok hareket ortaya çıktı.

II. Dünya Savaşı başladıktan sonra Japon emperyalizminin durdurulması ve Japon egemenliğindeki sömürgelerin durumu gündeme geldi. 1 Aralık 1943’te, ABD, İngiltere ve Çin’in yayınladığı Kahire Deklarasyonu, zamanı geldiğinde Kore’nin bağımsızlığının tanınacağını vaat ediyordu. Yalta’da ise ABD Başkanı Roosevelt ABD, İngiltere, Çin ve SSCB’nin Kore’de dörtlü bir idare kurmasını önerdi, ancak öneri karara bağlanmadan konferans dağıldı. ABD’nin Yalta’da yaptığı öneri Kore’ye tam bağımsızlık vermek niyetinde olmadığının önemli bir işaretiydi. Potsdam Konferansı’nda konu bir kez daha gündeme geldi. Bu kez Stalin, Japonya’ya savaş açmadan önce Kore’ye bağımsızlık tanınacağı konusunda güvence istedi ve bu talebinde ısrarcı oldu. Bu güvence verildikten sonra Sovyetler, Ağustos 1945’te Japonya’ya savaş açtı ve Kızılordu Japon işgali altındaki Kore’ye girdi. Kızılordu’nun gelişiyle Kore’nin kuzey bölgesi Japon işgalinden kurtuldu. Ancak ABD bu bölgeyi SSCB’nin nüfuzuna terk etmek niyetinde değildi. Kızılordu’nun Kore’nin kuzeyini bağımsızlığına kavuşturduğu tarihlerde ABD Japonya’nın iki şehrine atom bombası atarak Asya’daki dengeleri kendi lehine çevirmek ve Sovyetler Birliği’ne gözdağı vermek için kanlı bir adım atmış oldu. Eylül 1945’te ise ABD askerleri Kore’nin güneyine çıktılar. Böylece fiilen Kore ikiye bölünmüş oldu.

Ancak Japonya’nın teslim olmasından ve Ağustos ayında Kore’deki idaresini Korelilere bırakmasından Eylül’deki ABD işgalinin gerçekleşmesine kadarki kısa sürede ülke içinde önemli gelişmeler oldu. Uzun süredir Japon işgaline karşı direnenlere, Kore’den kaçarak II. Dünya Savaşı boyunca Kızılordu saflarında ya da Çinli komünistlerle birlikte savaşan Koreliler de ülkelerine geri dönerek katıldılar. Kore’de işgalcilerin ve işbirlikçilerin yerine yönetimi devralacak Halk Komiteleri kuruldu. Pek çok halk komitesine komünistler ya da bağımsızlıktan yana olan yurtseverler katıldılar. Halk komitelerinin seçtiği delegeler 6 Eylül’de Seul’de bir Ulusal Meclis toplanarak Kore Halk Cumhuriyeti’ni ilan ettiler.

8 Eylül 1945’te ABD birlikleri Inchon’a çıktıklarında kendilerini Halk Cumhuriyeti temsilcileri karşıladı. Ancak ABD, Cumhuriyet’in temsilcilerini tanımadığı gibi, 38. paralelin güneyindeki tek otoritenin kendileri olduğunu açıkladı. ABD bu süreç içerisinde milliyetçilerle daha yakın işbirliği yapmaya başladı. Komünistlerin önderliğindeki Koreli yurtseverler ise ABD karşıtı bir kampanya başlattılar. Bu yıllarda Güney’de kendilerini sol yelpazenin çeşitli yerlerinde konumlandıran çok sayıda parti kuruldu.

Kuzeyde ise Sovyetler Halk Komiteleri’nin yetkilerini artırdılar. Ülkedeki Halk Komitelerinin sayısı kısa sürede hızla arttı. Pyongyang’da toplanan komite delegeleri 8 Şubat 1946’da Kuzey Kore Geçici Halk Komitesi’ni seçtiler. 22 Ağustos 1948’de Kuzey’de Cumhuriyet ilan edildi.

Güneyde ise 1948 yılına kadar grevler, öğrenci eylemleri durmak bilmedi. ABD’nin solun gücüne ve toplumsal hareketliliğe karşı güvencesi ülkedeki milliyetçilerdi. Nitekim Temmuz 1948’de milliyetçiler ABD’de eğitim görmüş Syngman Rhee liderliğinde yönetime geçtiler ve Güney’de Cumhuriyet ilan ettiler. Rhee yönetimi solculara, komünistlere yönelik baskılarını artırdı, çok sayıda kişiyi ülkeden çıkardı. Bu kişilerden bazıları ABD desteğindeki Rhee yönetimine karşı gerilla savaşına başlarken, bir kısmı ise Kuzey’e geçti. Birkaç yıl içerisinde Güney her türlü eylemin şiddetle bastırıldığı kanlı bir iktidarın eline geçmişti.

Kuzey’de Komünist Parti güneyden gelen siyasi grupların da katılımıyla bir ortak cepheye dönüştü. 25 Haziran 1950 günü Kuzey’deki silahlı güçler Güney’deki ABD destekli yönetime karşı harekete geçtiler ve 38. paraleli geçtiler. ABD hemen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni harekete geçirdi ve Kuzey’in hareketini kınadı. Karar Güvenlik Konseyi üyesi SSCB’nin, konsey üyeliğine Çin Halk Cumhuriyeti yerine Milliyetçi Çin olarak bilinen Taiwan’ın alınmasını protesto ettiği için Güvenlik Konseyi’ni boykot ettiği bir sırada alındı. 27 Temmuz’da ise ABD yönetimi Kore yarımadasındaki çatışmalara bizzat müdahale etmeye karar verdi. Bu arada BM Güvenlik Konseyi de, üye devletleri Güney’e yardım etmeye çağıran bir karar tasarısını kabul etmeye çağırdı. ABD’nin savaşa müdahale etmesinden kısa bir süre sonra savaşa Çin de katıldı.

Türkiye’de NATO’ya girmek isteyen Demokrat Parti Kore savaşını ABD’ye önemini ve yararlılığını ispat etmek için bir fırsat olarak gördü. Türkiye meclis kararına bile gerek duymaksızın Kore’ye komünistlere karşı savaşmak üzere asker gönderdi. Muhalefetteki CHP, meclisin bu şekilde devreden çıkarılmasını eleştirse de, Türkiye’den askerler gönderildikten sonra komünizme karşı sürdürülen bu savaşı destekledi. Kore’de 700’den fazla asker hayatını kaybetti, 2 binin üzerinde asker ise yaralandı.

Kore yarımadasındaki savaşta 1951 yılına gelindiğinde iki taraf 38. paralel boyunca sabitlenmişti. Savaşın net bir galibi olmayınca 1951’de başlayan görüşmeler sonucunda 1953 yılında ateşkes anlaşması imzalandı. Savaşta yaklaşık 3 milyon insan hayatını kaybetti. Savaş neticesinde Kore’deki bölünme kalıcılaştı. ABD’nin Güney’deki egemenliği pekişti. Taraflar arasında zaman zaman yeniden başlayan “birleşme görüşmeleri” ise bir sonuç vermedi.

--------------------------------------------------
--------------------------------------------------

Kore savaşında Meclis kararına gerek duymadan 7000 km öteye asker gönderen ülkemiz
Kıbrısta 1967 de harekat kararı alınmasının ardından 300 km ötede olan kuzey kıbrısa yunanlıların bekledim gelmedin şarkısıyla türklerle artık alay ettikleri bir dönemde (https://www.youtube.com/watch?v=aRwuDdqbAzk) ve yaklaşık 7 sene sonra Emel Sayının - BİR GECE ANSIZIN GELEBİLİRİM şarkısı eşliğinde (https://www.youtube.com/watch?v=qccST3swb7Y) asker gönderebilmiştir. bknz https://www.youtube.com/watch?v=UpaPsn0c4n0 (kıbrıs barış harekatı)


(1996 yılında Figen Akad isimli yük gemisinin Ege Denizi'ndeki Kardak kayalıklarına oturması Türkiye ile Yunanistan'ı savaşın eşiğine getirmişti. Dönemin Yunanistan Başbakanı Simitis, Kardaki krizi sürecinde Türkiye'nin askeri gücüne karşı koyabilmek için 60 adet F-16, 15 adet Miraj, 4 adet denizaltı ve helikopterler satın aldıklarını açıkladı.)


Türkiye suriyeye istediği an girer mi sorusuna gelince Ülkemizin yaklaşık 60 yıllık geçmişine baktığımızda bu işin aslında göründüğü gibi olmadığı güçlü devletlerin kontrolünün ne zaman devreye girdiği sorusunun aradığımız yanıtlara ulaşmada bizi daha doğru bir düşünce sistematiğine sevkedeceği açıkça görülür.
 
Peki komünist marksist kürt hareketinin arkasında amerikanın olmasını ve kızıl kürdistan kurulması için neden çalıştığını anlayamıyorum. Birisi beni aydınlatabilirmi? Yada yanlış mı görüyorum.
 
ernestososa' Alıntı:
Peki komünist marksist kürt hareketinin arkasında amerikanın olmasını ve kızıl kürdistan kurulması için neden çalıştığını anlayamıyorum. Birisi beni aydınlatabilirmi? Yada yanlış mı görüyorum.
onların arkasında aslında İsrail var ve İsrail abd aracılığı ile pkk yardım yapıyor İsrail siyasi abd ekonomik olarak destekliyor. bir taraftan silah satışları bir taraftan eroin ticareti yapılıyor. pkk taşeron bir örgüttür. kominizm mi kaldı dünyada sadece adı var. bizim ülkemizde darbeleri, iktidarları hep abd belirler. akp de bir abd projesidir. bunu bilmeyen mi var hatta adını abd koydu adalet ve kalkınma partisi. bu partinin ismi yıllar önce FAS da kurulmuştu tabi o fasta kurulan adalet ve kalkınma partisinin amblemi gaz lambasıydı
 
1967 1974 kıbrıs harekatı sırasında ülkemizde olan olaylara günümüzü anlamak için farklı perspektiflerden bakmak faydalı olacaktır...

1975-1985 yılları arasında asala terör örgütü faliyetleri ülkemizi etkilemiştir https://tr.wikipedia.org/wiki/ASALA
1974 kıbrıs harekatı sırasında ülkemize karşı üstü örtülü ambargo uygulanmaya başlanmıştır...

1985 sonrası asala terör örgütü gözden kaybolmamış faaliyetlerine Pkk'yı destekleyerek devam etmiştir...
(Türkiye’ de Ekonomik Krizler – 1969-1974-1978 ve 1980 Krizleri)---(80 Sonrası iran ırak savaşı patlak vermiştir.....)
bu karışık dönemde ise Türkiyede ordu yönetime el koymuştur 12 Eylül darbesi...

Türkiye’ de Ekonomik Krizler – 1969-1974-1978 ve 1980 Krizleri

Bu makalede anlatılan ekonomik krizlerin sebep ve sonuçlarını okudukça, günü kurtarmaya yönelik önlemlerin ekonomiyi daha da içinden çıkılmaz bir hale soktuğunu, Opec’ in dünya ve ülkemiz ekonomisinde ne gibi etkileri olduğunu, siyasi ve gereksiz tartışmaların ekonomiye nasıl zarar verdiğini göreceksiniz…

1969 Krizi

1967 yılında ülkenin başında AP vardı.Turgut Özal ise DPT müsteşarıydı.Demirel’de DP gibi çoğunluğun oyu ile gelmişti.Bu yüzden popülist tavırlar içerisindeydi.

Gerektiğinde laiklik ve rejim karşıtı laflar ediyordu.Aslında bu tavır hükümetin tüm birimlerine yayılmış durumdaydı.

Demirel iktidarının bir özelliği,uzun vadeli yatırımlardan çok kısa vadeli ve oy getirebilecek popülist yatırımlar yapmasıydı.

Ekonomide de aynı şey geçerliydi.Uzun vadeli politikalardan çok kısa vadeli politikalar uygulanıyordu.Ülkede anarşi ve eylemler giderek artıyordu.

12 Ekim 1969 yılında bir seçim oldu.Yine AP çoğunluğun oyuyla iktidar oldu.AP iktidarının 1967 yılında hazırladığı 5 yıllık Ekonomik Plana göre, dışa bağımlılık azaltılacak,yatırım harcamaları %19,9’dan,%24,3’e yükseltilecek ve yatırım harcamaları artırılacaktı.

Yine bu dönemde dış ticaret açığının 226 milyon dolar olması bekleniyordu.Bu dönemde ortalama büyüme oranı %7 olarak tahmin ediliyordu.

AP’nin günü kurtarmaya yönelik popülist politikalarına parti içinden muhalefet geldi.Bazı senatörler ülkedeki siyasi ve ekonomik karışıklığın bir an önce sona ermesini istiyordu.

Demirel,senatörleri partiden ihraç etti.Bunun üzerine AP’den istifalar oldu.

Ülkede bu siyasi gelişmelerin yanı sıra ekonomide de sıkıntılar vardı.İhracat ve İşçi dövizleri girişi TL’nin aşırı değerli olmasından dolayı gerçekleşemiyordu.

Ülkede kısa süreli bir hafif ekonomik kriz oluştu.

Bunun üzerine hükümet TL’i %66 oranında devalüe etti.1 Dolar=15 Lira oldu.Hükümet IMF ile ilişkiye geçti ve IMF politikalarını uyguladı.

5 Yıllık Kalkınma Programı sonunda gerçekleşen tek hedef %7’lik büyüme oldu.

Ardından 12 Mart 1971’de darbe oldu.Ekonomi Yönetimi,Dünya Bankası’ndan gelen Dr.Atilla Karaosmanoğlu ve Turgut Özal’ın eline geçti.1969-1981 yılları arasında,siyasi nedenlerinde etkisiyle günü kurtarmaya yönelik politikalar uygulandı.

1974 Krizi-Birinci Petrol Krizi–

14 Ekim 1973’te seçimler oldu.En yüksek oyu CHP,MSP ve AP almıştı.CHP’de İsmet İnönü’yü devirerek Genel Başkan olan ve iktidara gelen Bülent Ecevit,MSP ile hükümet kurdu ve 26 Ocak 1974’te Başbakan oldu.

Bülent Ecevit,başbakan olduğunda dünyada Arap-İsrail savaşları başlamıştı.Kıbrıs’ta Faşist bir iktidar vardı ve Türklere zulüm ediyor,soykırım yapıyordu.

Türkiye Cumhuriyeti,Ecevit döneminde ada’ya iki kere Barış Harekatı düzenledi.Birincisi (20 Temmuz 1974)-İkincisi (16 Ağustos 1974).Adada KKTC kuruldu.

Başta Amerika Birleşik Devletleri ve diğer ülkeler Türkiye’ye Kıbrıs nedeniyle ekonomik ambargo uyguladılar.

Öte taraftan Arap ülkeleri anlaşarak petrolün fiyatını 73 yılında 2,5 dolardan 11,6 dolara çıkarmışlardı.Bununla beraber Türkiye’nin içerisinde Anarşi devam ediyordu.Demirel ile Ecevit devamlı ağız kavgası yapıyorlardı.

1974’te petrol fiyatlarının patlayarak 4 katına çıkması Türkiye ekonomisini olumsuz etkiledi.Aynı yıl Kıbrıs Barış Harekatı ile birlikte batılı ülkelerin üstü örtülü ekonomik ambargosu başladı.

Bütün dünya petrol tasarrufuna yöne lirken Türkiye petrole sübvansiyon vererek tüketimi patlattı. Dış ticaret açığı 769 milyon dolardan 2.3 milyar dolara fırladı. Bütçe 303 milyon dolar açık verdi.

Dış Ticaret Açığı 769 milyon dolardan 2,3 milyar dolara fırlamıştı.Bu olumsuz faktörler nedeniyle turizm gelirleri de azaldı.Türkiye’nin bütçe açığı rekor büyümeyle 303 milyon dolar oldu.Türkiye Ekonomik Krize girmişti.

Hükümet bir döviz darboğazına girdi.Bu darboğazı aşmak için dışarıdan yüksek faizli borçlar alındı.Bu borçların alınması teşvik edildi.

Irakla anlaşma yapıldı ve Türkiye-Irak Yumurtalık Petrol Boru Hattı inşa edildi.

(1977)Hükümet önlemleri hep günü kurtarmaya yönelik idi.

1978 Krizi

1978 yılına kadar gelen hükümetler,özellikle AP iktidarları daima günü kurtarmaya yönelik ekonomik kararlar alıyorlardı.İçerdeki refahı artırmak,ithalat yapmak ve borçları ödemek için borçlar alınmıştı.

Bu borçlar abartılı alındığı gibi gereken yerlerde de kullanılmıyordu.Halk tüketime teşvik ediliyordu.İthalat artmıştı.Düşük gelirli vatandaş lüks mallar talep ediyordu.

Otomobil fabrikalarının önünde kuyruklar oluşmuştu.İçeride montaj fabrikaları(yedek parça)
olmayan makinalar ve farklı markalarda traktörler ithal ediliyordu.

Dönemin hükümetleri düşük faizli kredileri hiç ödenmeyecekmiş gibi alıp kullandılar. Önemli miktarlarını da har vurup harman savurdular.

Yurtdışına indirimli kürk satışlarına geziler, otomobil fabrikaları önünde uzayan kuyruklar, onlarca değişik marka traktör ithalatı, gelişigüzel devlet sübvansiyonları bu borçlarla karşılandı.

1970 yılında 1.8 milyar dolar olan borcumuz, 1977 yılında 10 milyar dolara çıktı. 1978 yılında kısa vadeli borçların toplam borç içindeki payı yüzde 52’ye ulaştı. 1978’de kriz patladı.

1970 yılında 1.8 milyar dolar olan dış borç 1977 yılında 10 milyar dolarlara dayandı.Bu borçların çoğu da kısa vadeli borçlardı.Sonunda kriz patlak verdi.

Ardından iktidara gelen Ecevit hükümeti,4.planı hazırlama çabasına girdi.Ancak daha önce 1 yıllık geçiş planı hazırladı.

Fakat planı uygulayamadan 14 Ekim 1979 seçimlerinde başarısız olduğu için istifa etti.

Yerine gelen Demirel hükümeti’de ülkedeki karışıklıklar nedeniyle önemli kararlar alamadı.

1980 Krizi

Yukarıdaki faktörlerin devamı olarak OPEC ülkelerinin petrol fiyatlarını %150 artırması ekonomiyi tümden yıktı.

OPEC üyeleri petrol fiyatını 1979 ve 1980’de ikinci kez yüzde 150 oranında artırdı. Bu şok Türkiye’de işsizliği yüzde 20’lere fırlattı.

Enflasyon yüzde 63.9’a yükseldi. Pek çok temel tüketim maddesi karaborsaya düştü. Benzin, tüp, ampul bulunamıyordu.

Hükümet ekonomiyi yeniden işler hale getirmek için ünlü “24 Ocak kararları”nı yürürlüğe koydu ve TL yüzde 48,6 oranında devalüe edildi.

Issizlik %20 oraninda artti.Enflasyon %63’lere geldi.

Tüketim malları karaborsaya düştü,ülkede siyasi sorunlara kıtlıkta eklendi.

Hükümet bu durumdan kurtulmak için,Demirel ve Özal’ın hazırladığı 24 Ocak kararlarını uygulamaya koydu.

Enflasyonu kontrol altina almak, dış kaynak açığını kapatmak, kıtlıkları önlemek ve ekonomiyi yeniden işler hale getirmek için 24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Tedbirleri uygulamaya konulmuştur.

Istikrar programiyla, Türk lirasi yüzde 32,7 oraninda devalüe edilmis, dogrudan ve dolayli ihracati tesvik edici uygulamalar baslatilmis, fiyatlarin idari kararlarla tespiti ilkesi terkedilmistir.

Daraltılan temel mal ve hizmet kapsamı dışında kalan mal ve hizmet fiyatlarının serbestçe tespiti olanağı getirilmiş,açık finansman yoluyla kamuya kaynak sağlanması yolu önemli ölçüde daraltilmıştır.

Sabit kurdan kontrollü dalgalı kur politikasına geçilmiş ve yabancı sermaye girişi özendirilmiştir.

Toplam talebin kontrolü yanında arz koşullarını geliştirmeye yönelik yapısal uyum kararlarının uygulanması, idari organizasyona ilişkin düzenlemelerle de desteklenmiştir.

Bu kapsamda Ekonomik İşler Yüksek Koordinasyon ve Para Kredi Kurulları, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı,Sermaye Piyasası Kurulu, Teşvik Uygulama ve Yabancı Sermaye Daire Başkanlıkları oluşturulmuştur.

1980 sonrası uygulamaya konulan Beşinci, Altıncı ve Yedinci Planların da değişik ölçülerde esasını teşkil eden 24 Ocak Kararları ihracata dayalı dışa dönük sanayileşme stratejisini benimsemişti.

Devletin ekonomiye müdahalesinin asgariye indirilmesini,rekabeti engelleyici müdahalelerin önlenmesini ve ekonominin uluslararası piyasalarla bütünleşmesini amaçlamıştır.

Buna göre Enflasyon aşağıya indirilecek,dış ticaret açığı ihracat artırılarak kapatılacak,
büyüme hızı yükseltilecek ve piyasa ekonomisine önem verilecekti.

Bu kararlarla birlikte TL %48,6 oranında devalüe edildi.

12 Eylül darbesiyle hükümetin düşürülmesiyle bu kararları Turgut Özal yürüttü.Ardından 1983 ‘te Başbakan olan Özal IMF ile Stand-By anlaşması imzaladı.

Anlaşmaya göre,ihracata teşvik verilecek,kamu harcamaları kısılacak,TL yüksek oranda devalüe edilecekti.

Bütçe açığı kısılacak,yabancı sermaye girişi sağlanacak,KİT’lere ürünlerine zam yetkisi verilecekti.

Bu uygulamalar sonucunda ihracatın GSMH’deki payı %11’e çıkartılmıştır.Enflasyon aşağı çekilmiş,siyasetteki rahatlamayla beraber ülkede bir rahatlık meydana gelmiştir.

Ancak işsizlik,dış açık ve bazı sektörlerde tekelleşmenin önüne geçilememiştir.

1977 yılında 10 milyar dolar olan dış borç 17 milyar dolara yükselmiştir.

A.Tolga AKPINAR

kaynak https://sinestezi.wordpress.com/2009/02 ... -krizleri/
80 Sonrası iran ırak savaşı patlak vermiştir.....
bu karışık dönemde ise Türkiyede ordu yönetime el koymuştur 12 Eylül darbesi...
 
aslında tek millet ama emperyalist güçler malesef kardeşi kardeşe düşman ediyorlar bizi arablara yaptıkları gibi ermenileri bize yaptıkları gibi kürtlerle aramıza girdikleri gibi oysa osmanlı çatısında 600 yıl birlik de yaşamıştık insan oğlu nankör ve cahil maalesef...
 
Bazı ilizyonların hilesini görmek için uzak geçmişe bakmalı!
İlizyondaki hileyi saklamak için uzun vadeli hedefler koymalı!

Arabistanlı lawrence Osmanlının çöküşünde arap isyanlarının örgütlenmesi için çalışan ingiliz casuslardan meşhur olanı pek çoğunuz ismini duymuşsunuzdur.

Araplara "İşgalci! Emparyalist! Türklere!" karşı savaşarak ulusal kimlikleriyle kendi devletlerini kurma vaadinde bulundu. İngilterenin şimdiki Suriye toraklarında
bir emeli olmadığını amaçlarının arabistan yarımadasından Türkleri sürmek olduğunu söyledi.
Arap ayrılıkçılar ümmet birlikteliğine karşı teknolojik üstünlüğün himayesine girmeyi kanbullendiler.. (günümüzdede bu anlayış devam ediyor)

İngiltere gibi emperyalist devletlerin asıl amacı müslüman coğrafyadaki ümmetci birliği dağıtarak etnik kimlik üzerinden bölünmeleri
sağlayarak darmadağın olan coğrafya da oluşan kargaşanın ortasında ortadoğuya bir israil devleti yerleştirerek osmanlı devletinin yerine geçmekti!
ancak tabiiki bundan özgürlükleri için yanıp tutuşan arap kardeşlerimizin haberi yoktu!

(Gerek osmanlı zamanında gerek sonrasında sürgün edilen yahudilere türklerin farklı etnik kökenden gelen insanlara yaptığı gibi kucak açmasının verdiği vefadan! olsa gerek)
İsrail devleti kuruluşu sırasında doğrudan türklerle savaşmak yerine emelleri için ingilizleri kullanmayı yeğledi!)

Günümüzde kendilerini "ulusalcı kürtçü" olarak niteleyen bazı guruplar içinde bu ümmetçi tez islam kardeşliği artık pek para etmeyen bir edebiyat anlayışı haline gelmiş durumda.

Birinci dünya savaşından sonra Son 50 yıldır osmanlı (müslüman) coğrafyasında bir kez daha üzerinden geçme adına yapılan savaşların nedenini
özgürlüklerine! ve refahlarına! kavuşan milletlere! sormak gerek
 
Geri
Üst