Atatürk Anıları-6!..

Kodla Büyü

enginozdil

Seçkin Üye
Seçkin Üye
Mesajlar
719
TÜRKLÜK MÜSLÜMANLIĞIN ÖNCÜSÜDÜR

Atatürk sağ iken, büyük İslâm kongrelerinden birine biz de çağrılmıştık. Kongre Mekke'de toplanacaktı. Atatürk'ün bir delege göndermeye razı olup olmayacağını merak ediyorduk.
Hiç tereddütsüz karar verdi. Türklüğünden kibir denecek kadar gurur duyan büyük adam, milleti ile aynı dinden olanları da gerilik ve kölelikten kurtulmuş görmek için elinden geleni yapmak istemiştir. Müslümanlık yeniden şereflendikçe nasıl bunda Türklerin manevî hissesi olacaksa, on milyonlarca Müslüman ya geri ya köle kaldıkça bundan Türklere de bir utanç payı düşmemek ihtimali var mıydı?
Biliyordu ki Mekke'ye şapka ile gidilemez. Ama daha iyi biliyordu ki başlık ve kıyafet değiştirmekle din değiştirileceğini sanan bir toplum da ne gerilik, ne de kölelikten sıyrılabilir. Milletvekillerinden Edip Servet Tör'ü çağırdı:
— Mekke’ye gidip beni temsil edeceksin, dedi. Türksün ve Müslümansın. Türklük, Müslümanlığın öncüsü ve kılavuzudur. Mekke'ye şapka ile gideceksin. Kara taassup sana karşı bile gelse eğilmeyeceksin!
Edip Servet Tor, Mekke'ye şapka ile girdi. Müslüman delegelerinin en itibarlısı o idi. Kongrenin sonuna kadar, Mustafa Kemal mucizesine hayranlık duyan heyetler arasında, Kemalist Türkiye'yi o temsil etti.

Falih Rıfkı ATAY

TAMBUR TAKSİMİ

Bir akşam, emirleriyle yaptığım bir tambur taksiminden sonra yaşlı gözlerle bana şöyle bir sual sordular:
— Aferin oğlum, çok güzel bir taksim yaptın, duygulandım, eksik olma. Bana musiki nedir tanımlar mısın?
— Hakiki aşktır! Duygularımızın ezgilerle anlatımıdır. Her insanı çeşitli etkiler altında bırakan güzel bir yüzün, güzel bir kokunun, güzel bir sesin, güzel manzaraların tanımı olanaksızdır. Musiki de tanımlanamaz. İnsanı bazen ağlatır, bazen güldürür, bazen de maddi hayatla ilgisini keser, mana âlemine gönderir.
Bu yanıta çok memnun oldular:
— Aferin çocuğum, gel seni bir öpeyim. Bana şimdiye kadar böyle bir yanıt veren olmadı. Kimi seslerin dizisinden, kimi gamlardan, bilemediğim makamlardan zırvaladılar, durdular. Sanki müzik kitaplarından ben bu şeyleri okuyamazmışım gibi, bana müzik dersi vermeye kalkıştılar. Gerçeği sen söyledin, hepsini mat ettin. Gel, bir daha öpeyim evladım seni. Sen sanatında eli öpülecek adamsın!

Refik FERSAN
Kaynak: Milliyet Gazetesi, 14.06.1984


HAYDİ BAKALIM ZEYBEK OYNAYACAĞIZ

Bir başka akşam, fasıldan sonra bir semai çalarak konsere son verdik. Atatürk şöyle dedi:
— Her fasıl peşrevle başlıyor, saz semaisiyle bitiyor. Dörder "hane" olarak yapılan bu eserlerin, özellikle saz semailerinin tavrı aşağı yukarı birbirlerinin aynı. Bizlere heyecan verecek, ruhumuzu okşayacak zeybek havaları gibi kıvrak ezgilerle düzenlenseydiler olmaz mıydı? Acaba bestekârlarımız neden bunu göz önünde tutmamışlar?

Gazi'nin bu buluşları harikaydı. O ara salon orkestrası konserine başladı. Yerimden kalktım. Beni de ilgilendiren bu buluş üzerine hemen bir eser yazmak ve hemen orada arzularını yerine getirmek için tenha bir yere çekildim. Bir kâğıt parçasına o anda doğan ezgileri Hamparsum notasıyla tespit ettim, dördüncü haneye de zeybek temposunda bir oyun havası ekledim. 15 dakika gibi kısa bir sürede oluşturduğum bu eseri bir daha gözden geçirdim, kendim de beğendim. Mükemmel bir "Nakriz Saz Semaisi" bestelenmişti.
Yirminci dakikada salona girdiğim zaman orkestra dans havaları çalmaya devam ediyor, Atatürk sofra başında yanındakilerle konuşuyordu. Beni görünce:
— Neredeydin?
— Paşam, emirlerinizi yerine getirmek üzere dışarıya çıkmış idim. Müsaade buyurursanız, şimdi bestelediğim "Nikriz Saz Semaisi"ni dinleteceğim.
Paşa hayret etmişti. Derhal tamburla eseri çalmaya başladım. İlgiyle, dikkatle izliyordu. Son hanenin zeybek usullerine başlar başlamaz:
— Bravo! Aferin evladım... diyerek arkalarında İnönü'nün de bulunduğu konuklarına:
— Haydi bakalım, hepimiz zeybek oynayacağız!
Tekrar tekrar bu eseri çaldırdılar ve zeybek oynadılar.

Refik FERSAN
Kaynak: Milliyet Gazetesi, 14.06.1984


KADINLAR LOKANTADA

Zaman o zamandı: başta Atatürk vardı. Büyük uyanma dönemi yaşanıyordu milletçe.
O zamanlar Ulus'ta bir İstanbul Lokantası varmış. Müşteriler kalpaklı, pos bıyıklı, kavi adamlar.
Yemeğe iki hanım geliyor her gün: Biri Süreyya Ağaoğlu, biri de Hukuk'u onunla bitiren iki hanımdan biri... Lokantaya her girişlerinde bütün başlar kalkıyor.
Bir gün zamanın Başbakanı Rauf Orbay'dan bir haber geliyor:
"İki genç kızın İstanbul Lokantasında yemek yemeleri uygun değil."
Hatta galiba haberi kızına ileten, Ağaoğlu Ahmet. Genç kız küplere biniyor. Tam o akşam, gene avcı kıyafetiyle, gene traktör sürmekten yorgun, Paşa evlerine geliyor. Gene coşkular içinde. Gene Türk kadını, şu olabiliyor, bu olabiliyor diye iftiharlar içinde...
Süreyya dudak büküyor. Atatürk, kendisine "İşini sevmiyor musun?" diye sorduğunda:
"Evet ama Başbakan, öğleleri lokantaya gitmeme kızıyormuş." diye yanıtlıyor.
— Hakkı var. Orada ne işin var?
Ertesi gün dairede bir koşuşma, "Paşa sizi istiyor" diye geliyorlar.
— Hangi Paşa?
— Kemal Paşa Hazretleri. Paşa, açık gri bir otomobilde beni bekliyordu.
İstanbul Lokantasının önünden geçerken şoföre "Dur" emrini verdi. Lokantadakiler dışarı fırlamışlardı. Atatürk, herkesin duyabileceği bir sesle:
— Bugün Süreyya Hanım Çankaya'da benim davetlim, yarın her zamanki gibi lokantaya gelecek, dedi.
Çankaya'da Latife (Gazi Mustafa Kemal) beni gülerek karşıladı. Aslında. Atatürk çok kızmış Başbakan'a...
... Ve sonra ne oldu biliyor musunuz? Herkes ertesi gün, İstanbul Lokantasına eşleriyle geldi.
Zaman işte o zamandı.

Nimet ARZIK
Kaynak: Nimet Arzık - Uç Beyleri


TÜRKÇE EZAN

Hindistan'da iken Türkiye'de Türkçe ezan okunmasından yakman bir Hint Müslümanları grubuna:
— Siz, Allahın yalnız Arapça anladığını sanmak gibi bir günaha giriyorsunuz.
Atatürk, dine değil, yobazlığa ve körü körüne inanışa karşıdır. Bundan otuz yıl sonra İslâm dinini boş inançlardan kurtaran, asıl yüksek ruhunu yaşatmaya çalışan bir öncü olarak bütün Müslümanlardan saygı ve anlayış görecektir.

Rauf ORBAY
Kaynak: Türk Dili Dergisi - 1963


TARİH ZORLAMAYI SEVMEZ

Atatürk ne gösterişlerde, ne mevkilerde, ne rütbelerde içini doyurucu bir zevk bulamamıştır. O, fikir peşinde idi. Gerçek büyüklüğü daima fikirleri uğruna savaşmakta, her an, o andan önceki bütün şanlarını ve şereflerini fikirleri uğruna feda etmeyi göze almakta aramıştır.
Bir gün Ankara ve İstanbul şehirlerinden birine "Atatürk" adı verilmesi için bir kanun teklifi hazırlanmıştı. Atatürk tasarıyı okudu, arkadaşlarına:
— Bir adın tarihte kalması ve ağızlarda söylenmesi için, şehirlerin temellerine sığınmak şart değildir. Tarih zorlamayı sevmeyen nazlı bir peridir. Fikirleri tercih eder, demişti.

Falih Rıfkı ATAY
Kaynak: Falih Rıfkı Atay - Babamız Atatürk


NAPOLYON BENZETMESİ

General Tawsand 12 Haziran 1922 tarihinde Adana'ya geldi. Kendisine o vakit haber almada çalışan deniz yüzbaşılarından Cemil refakat subayı olarak atanmıştı. General bir gece Adana'da Bursa Oteli'nde kaldı. Ve ertesi günü özel trenle Konya'ya geçti. O günün akşamı saat 9'da Mustafa Kemal, Tawsand'la görüşmelere başladı. Tawsand görüşmeler esnasında kendince yaptığı bir benzerliği Mustafa Kemal'e bildirerek:
- "Siz Napolyon'a benziyorsunuz." dedi. Mustafa Kemal bu benzerliği geri çevirerek:
- "Napolyon arkasına bir sürü çeşitli milliyetteki insanı toplayarak macera aramaya çıktı. Ve bunun içindir ki, yarı yolda kaldı. Ben bir anadan bir babadan gelen kardeşlerimle kendi vatanını kurtarmak dâvası yolundayım. Ve başaracağım." karşılığını verdi.

Hasan Ali YÜCEL

BENİ YETİŞTİRDİĞİNİZE PİŞMAN MISINIZ?

İsmet İnönü Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra bir akşam Atatürk'ün sofrasında bulundu. Atatürk, sofrada kendi yanına oturttu. İsmet İnönü bir kâğıt parçası üzerine şöyle bir soru yazdı:
— Hâlâ bana dargın mısınız? Atatürk bu sorunun altına şöyle yazdı:
— Bugün de arkadaşımsın, kardeşimsin.
İsmet İnönü, Atatürk'e bu yazının altına imza koymasını rica etti. Atatürk imzaladı. İsmet İnönü bu imzalı kâğıdı cebine koydu. Sonra İsmet İnönü ikinci bir soru yazdı:
— Beni yetiştirdiğinizden dolayı pişman mısınız?
Atatürk bu soruyu okuyunca İsmet İnönü'ye bu yazısının altını imzalamasını istedi. İsmet İnönü imzaladı ve Atatürk de bu yazıyı aldı.
Atatürk ile ismet İnönü arasında o zaman geçen bu küçük olay, Cumhuriyet tarihinin karanlık kalmış olan bir köşesini aydınlatmaya yeter kanısındayım.

Asım US
Kaynak: Asım Us - Asım Us'un Hatıra Notları


ACI DUYUYORUM

Bize savaşlardan birini anlatıyordu:
- "Görüyorsunuz ya, dedi, birçok zaferler kazandım. Fakat bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek derin bir acı duyuyorum."

George BENNEB
Kaynak: Yabancı Gözüyle Cumhuriyet Türkiye'si, 1961


BAYRAĞI KALDIRINIZ!

Mustafa Kemal o sabah savaş meydanını geziyordu. Yerde parçalanmış bir bayrak, bir düşman bayrağı gördü. Bir an durdu, yanındakilere seslendi:
- "Bu bayrağı kaldırınız, yenilmiş bir düşman bayrağı, fakat o bir milleti, bir orduyu simgeliyor, yerde kalmaya layık değildir."

Ferit Celâl GÜVEN
Kaynak: Çığır Dergisi - 1945


ER'İN MENDİLİ

Bir akşam uzun süre didişen, uğraşan iki erden birinin yüzünü sildiği mendil gözüne ilişmişti. Bu işlemeli ve göz alıcı yağlığı isteyerek ere sordu:
- "Bunu nereden aldın?"
Bu ansızın sorulan soru karşısında şaşıran kahraman Türk çocuğu, sıkılarak karşılık verdi:
- "Yavuklum gönderdi, Atatürk!"
Büyük kayıplar karşısında bile ağladığı görülmeyen, acı duyguları içinde gizleyen Büyük Şef, bilmem neden, o anda sarsılmıştı; dolan mavi gözlerinden iri damlalı yaşlar dökülüyordu. Er'in demin yüzünden akan terleri sildiği bu mendille o da gözyaşlarını silmişti.

Prof. Naim Hazım ONAT[/b]
 
Geri
Üst